Navigasyon |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ ?
|
Okunma
|
|
|
|
74
|
|
|
75
|
|
|
75
|
|
|
76
|
|
|
76
|
|
|
76
|
|
|
76
|
|
|
76
|
|
|
77
|
|
|
77
|
|
|
77
|
|
|
77
|
|
|
77
|
|
|
77
|
|
|
78
|
|
|
78
|
|
|
78
|
|
|
78
|
|
|
78
|
|
|
78
|
|
|
79
|
|
|
80
|
|
|
81
|
|
|
82
|
|
|
82
|
|
|
82
|
|
|
82
|
|
|
85
|
|
|
86
|
|
|
87
|
|
|
88
|
|
|
88
|
|
|
95
|
|
|
100
|
|
|
112
|
|
|
126
|
|
|
134
|
|
|
4249
|
|
|
4278
|
|
|
4288
|
|
|
4399
|
|
|
4505
|
|
|
5007
|
|
|
5123
|
|
|
5131
|
|
|
5197
|
|
|
5376
|
|
|
5383
|
|
|
5405
|
|
|
5451
|
|
|
5451
|
|
|
5475
|
|
|
5510
|
|
|
5528
|
|
|
5545
|
|
|
5790
|
|
|
5961
|
|
|
5999
|
|
|
6051
|
|
|
6095
|
|
|
6104
|
|
|
6177
|
|
|
6194
|
|
|
6222
|
|
|
6308
|
|
|
6335
|
|
|
6368
|
|
|
6376
|
|
|
6396
|
|
|
6417
|
|
|
6445
|
|
|
6458
|
|
|
6496
|
|
|
6520
|
|
|
6551
|
|
|
6599
|
|
|
6759
|
|
|
6851
|
|
|
6939
|
|
|
7527
|
|
|
7696
|
|
|
7816
|
|
|
7897
|
|
|
9535
|
|
|
9801
|
|
|
10094
|
|
|
10188
|
|
|
14902
|
|
|
17021
|
|
|
19514
|
|
|
25500
|
|
|
26626
|
|
|
31638
|
|
|
34250
|
|
|
34867
|
|
|
|
Cam neden saydamdır?
|
Cam şaşılacak derecede basit bir maddedir. Dünyanın her köşesinde rahatça bulunabilen kum, kuvars ve sodadan meydana gelmiştir. Fakat camın asıl şaşırtıcı özelliği ne tam bir sıvı ne de gerçek bir katı oluşudur. Aslında sıvıya daha yakındır, çünkü atomik yapısındaki düzen sıvılardaki rasgele düzeni andırır. Katıların atomlarının kristal yapısı ise düzgündür.
Katı bir cisimde atomların bir diziliş düzeni vardır. Yani bu diziliş düzeni belli aralıklarla kendini tekrarlar. Camda ise bu özellik yoktur. Çok kuvvetli mikroskoplarla yapılan incelemelerde bile camın yapısında hiç bir kristal oluşumuna rastlanmaz. Arada sırada görülen bazı kristaller ise camdaki kusurlardır.
Cama çok ağdalı bir sıvı diyebiliriz. O kadar ağdalıdır ki, normal dış etkenlerde bile şeklini değiştirmez. Bir sıvıda iç sınırlar bulunmadığından camın içinden geçen bir ışık demeti kırılma ve yansımaya uğramaz, doğrudan geçer. Bu nedenle bir cama baktığımızda arkasındakileri olduğu gibi görürüz. Işık sadece camın yüzeyini aşarken hafifçe kırılır.
Cam saydamdır, su da saydamdır, öyleyse donmuş su olan kar taneleri niçin beyazdır ve niçin kar örtüsü saydam değildir? Bir cismin üzerine gelen ışığın tümünü yansıttığında beyaz, hepsini tutup hiçbirini yansıtmadığında siyah renkte göründüğünü biliyoruz. Cam saydamdır ancak kırıldığında, tuzla buz olduğunda yerdeki küçük cam parçaları yığını beyaz renkte görünür, çünkü her bir cam parçası ışığı değişik yönde geçirmektedir.
|
Kuş tüylerinin yapısı
|
Kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini iddia eden evrim teorisi, bu iki ayrı canlı sınıfı arasındaki dev farkları asla açıklayamamaktadır. Kuşlar; içi boş hafif kemiklerden oluşan iskelet yapıları, kendilerine özgü akciğer sistemleri, sıcakkanlı metabolizmaları gibi özellikleriyle sürüngenlerden çok farklıdır. Kuşlarla sürüngenlerin arasına aşılmaz bir uçurum koyan bir başka özellik ise, tamamen kuşlara has bir yapı olan tüylerdir.
Tüyler kuşları bu kadar ilginç kılan estetik unsurlardan en önemlisidir. “Tüy gibi hafif” sözü tüyün o zarif yapısındaki mükemmelliği açıklar niteliktedir.
Temelde protein yapısına sahip olan tüyler keratin adı verilen bir maddeden yapılmıştır. Keratin, derinin alt tabakalarındaki yaşlı hücrelerin besin ve oksijen kaynaklarından uzaklaşarak ölmesi ve yerlerini genç hücrelere terk etmesi sonucu oluşan sert ve dayanıklı bir maddedir.
Kuş tüylerindeki mükemmel yaratılış hiçbir evrimsel süreçle açıklanamayacak kadar komplekstir. Ünlü kuş bilimci Alan Feduccia, “tüylerin her özelliği aerodinamik fonksiyona sahiptir. Hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler” der. Feduccia, evrim teorisinin çaresizliğini ise şöyle kabul eder:
Uçmak için böylesine tasarlanmış bir organın, nasıl olup da ilk başta başka bir amaca yönelik olarak ortaya çıktığını anlayamıyorum.
Tüylerdeki bu yaratılış, Charles Darwin’i de çok düşündürmüş, hatta tavus kuşu tüylerindeki mükemmel estetik kendi ifadesiyle Darwin’i “hasta etmiş”ti. Darwin, arkadaşı Asa Gray’e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta “gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım” dedikten sonra şöyle devam ediyordu:
Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus kuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor.
Tüycükler ve Çengeller
Eğer bir kuş tüyünü mikroskop altına alır ve incelersek, karşımıza olağanüstü bir yaratılış çıkar. Tüylerin ortasında hepimizin bildiği uzun ve sert bir boru vardır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar.
Boyları ve yumuşaklıkları farklı olan bu tüyler kuşa aerodinamik özellik kazandırır. Ancak daha da ilginç olanı, bu tüylerin herbirinin üzerinde de, “tüycük” denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan çok daha küçük tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise “çengel” adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur. Bu muhteşem yaratılışı daha yakından görmek için turna kuşunun tüylerinin yalnızca birisini ele alalım. Bu tek tüyün üzerinde, tüy borusunun her iki yanında uzanan 650 tane incecik tüy vardır. Bunların her birinde ise 600 adet karşılıklı tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri ise, 390 tane çengelle birbirlerine bağlanır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmiştir. Birbirine çengellerle kenetlenen tüycükler, o kadar bitişiktir ki, duman üflendiği takdirde bile aralarından geçemez. Çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya daha ağır hallerde gagasıyla tüylerini düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi için yeterlidir.
Kuşlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüylerini daima temiz, bakımlı ve her an kullanıma hazır tutmak zorundadır. Tüylerin bakımı için kuyruklarının dibinde bulunan yağ keselerini kullanır. Gagalarıyla bu yağdan bir miktar alarak, tüylerini temizler ve parlatır. Bu yağ, yüzücü kuşlarda, suyun içinde veya yağmur altındayken suyun deriye ulaşmasına engel olur.
Dahası kuşlar tüylerini kabartarak, soğuk havalarda vücut ısılarının düşmesini engeller. Sıcak havalarda ise tüylerini vücutlarına yapıştırarak, vücutlarının serin kalmasını sağlar.
Tüy Tipleri
Vücudun çeşitli yerlerinde bulunan tüylerin her birinin görevi farklıdır. Kuşun karnındaki tüyle kanat ve kuyruk tüyleri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Büyük tüylerden meydana gelen kuyruk tüyleri dümen ve fren görevini yerine getirir. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletecek ve kaldırma kuvvetini artıracak bir yapıdadır. Kuşun kanadını aşağı doğru çırpması sırasında, tüyler birbirlerine yakın duruma gelerek, aralarından hava sızması engellenir. Kanatların yukarıya doğru kalkışı esnasında ise tüyler iyice açılarak aralarından havanın geçmesine elverişli bir pozisyon alır. Kuşlar, uçabilme yeteneklerini koruyabilmek için belirli dönemlerde tüy döker. Yıpranmış ya da yırtılmış büyük tüyler, görevlerini tam olarak yerine getiremedikleri için hızla yenilenir.
|
Gökkuşağı Neden Yuvarlaktır?
|
Su damlası ve yakıcı güneş. İşte gökkuşağı bunlardan oluşur. Atalarımız gökkuşağından çok korkarlardı. Onu Tanrıların elçilerinin geçmesi için yapılmış bir köprü olarak görüyorlardı. Yağmur ve güneş ile ilişkisi ilk olarak milattan önce 310 yıllarında AristOteles tarafından ileri sürüldü. Günümüzde ise bir sır olmaktan çıktı.
Altından geçenin cinsiyetinin değişeceği veya yere değdiği noktada bir küp altın gömülü olduğu lafları sadece şakalarda kullanılıyor. Zaten gökyüzünde sabit bir gökkuşağı oluşmuyor. Herkesin bakış yönüne göre gördüğü gökkuşağı farklı yerde oluyor. Gökkuşağının görüldüğü yere doğru gidilince görülebildiği sürece kişiye hep aynı mesafede kalıyor.
Gökyüzünde gökkuşağı gördüğünüz vakit biliniz ki o yağmur damlalarından oluşmaktadır ama güneş kesinlikle arkanızdadır. Güneşin paralel ışınları başınızın üstünden geçerek yağmur damlalarına çarparlar. Yağmur damlaları burada ışığı renklerine ayıracak bir prizma görevi görürler.
Sarı gibi görünmesine rağmen güneş ışığı aslında beyazdır ve bütün renkler onun içindedir. Yağmur damlasının içine girince kırmızı turuncu sarı yeşil mavi lacivert ve mor renklere ayrışır. Mor renk çemberin içinde kırmızı ise en dışındadır.
Yağmur damlası çocukken oynadığımız misket veya bilye gibi küresel saydam bir şekildedir. Güneş ışığı bu kendi tarafındaki yüzeyinden doğrudan içine girer. İçinde renklere ayrışır ve kürenin arka duvarına vurarak gerisin geriye yansır. Işığın damlanın ön yüzünden değil de arka yüzünden yansımasının nedeni içbükey dışbükey mercek özelliklerindendir.
Ayrışmış renkler içbükey arka yüzden çeşitli açılarda yansımaları sonucu gözümüze sırayla dizili renklerden oluşmuş bir bant şeklinde görünüyorlar. Gökkuşağını görebilmek için Güneş biz ve yağmur damlaları muhakkak belirli bir açıda dizilmek zorundayız. Ama daha önemlisi milyonlarca yağmur damlasından yansıyan ışınların gözümüze geliş açıları mutlaka aynı olmalıdır ki biz gökkuşağını görebilelim.
Yağmur damlalarından yansıyan ışınların gözümüzde odaklaşabilmeleri için bir daire şeklinde dizilmiş olmaları gerekir. Aslında o bölgedeki bütün yağmur damlaları gelen ışığı renklere ayrıştırarak yansıtırlar ama sadece bir yarım daire içinde olan yağmur damlalarından yansıyanlar gözümüze odaklaşırlar.
Biz de sadece o yağmur damlalarından gözümüze gelen renklerine ayrılmış ışınları görebildiğimizden gökkuşağını da yarım daire şeklinde görürüz. Bazen bir uçaktan veya yüksek bir dağdan baktığımızda gökkuşağını tam daire şeklinde görmemiz de mümkün olabilmektedir.
Güneş ne kadar yüksekse gökkuşağı dairesi de o kadar aşağı iner. Bunun içindir ki yedi renkli gökkuşağını sabah ve akşam yağışlarından sonra daha çok görürüz.
Genellikle fark edilmez ama gökkuşağı daima içice iki halkadan oluşur. İkinci kuşak pek dikkat çekmez. Bir ikinci zayıf kuşağın daha bulunmasının nedeni bazı güneş ışıklarının su damlasının iç yüzeyine bir kez değil iki kez çarpmalarıdır. Böylece parlaklıklarını yitiren ışıklardan oluşan ikinci gökkuşağı zar zor görülür. Birinci kuşakta kırmızı renk şeridin en dışında iken ikinci kuşakta en içtedir. Diğer renklerin sıralamaları da terstir.
|
Yirmi yaş dişi neden geç çıkar?
|
Yabancıların “akıl dişi” de dedikleri yirmi yaş dişleri geç çıktıkları gibi, çoğu kez problem de yaratırlar ve diş hekimlerince derhal çekilmeleri önerilir. Aslında çiğnemede pek fonksiyonu da olmayan bu dişler bize henüz yiyeceği pişirerek yemeyi keşfedemeyen atalarımızın mirasıdır. Onların çiğ yiyecekleri yemek için daha kuvvetli bir çeneye ve dişlere ihtiyaçları vardı.
Zaten diğer bütün dişlerimiz de aynı anda çıkmaz. Önce süt dişleri çıkar. Onlar döküldükten sonra ön dişler ve köpek dişleri çıkar sonra da azı dişleri. Yirmi yaş dişleri bu sırayı biraz gecikerek takip eder. Bütün bu olaylar olurken de çenemiz gelişmeye devam eder, ancak 20 yaşını geçtikten sonra yirmi yaş dişlerine çene kemiğimizde yer açılır.
İnsanlık geliştikçe yirmi yaş dişine de çenemizde o kadar az yer kalıyor, yani insanın evriminde çene gittikçe küçülüyor. Bu nedenle bazı insanlarda bu dişler hiç çıkmadan gömülü olarak kalabiliyor. Yerine tam oturamadığından çürüyebiliyor, iltihap yapabiliyor. Bir fonksiyonu olmadığından da diş hekimleri çekip almayı tercih ediyorlar.
Görevleri sadece çiğnemek olmasına rağmen dişlerimizin içinde sinirler de vardır. Bu sinirler dişlerimizle ilgili acı, ağrı ve ısıyı beynimize iletirler. Yani dişimiz çürürse sinir bir problem olduğu konusunda beynimizi ikaz eder ama nedense bu ikazı diş çürüdükten, iş işten geçtikten sonra yapar, diş hekimleri de o dişi kurtarmak için önce sinirini alırlar.
|
Yeryüzü hakkında ilginç bilgiler
|
En geniş ülke 17 075 200 Km2 ile Rusya’dır.
En küçük ülke 0,44 Km2 ile Vatikan’dır.
En zengin 3 ülke Kanada, Norveç,ABD’dir.
En fakir 3 ülke Sierra Leone, Nijer, Etiyopya’dır.
En çok ülke ile sınır komşusu olan ülke 15 ülke ile Çin’dir.
En uzun ve kesintisiz sınır ABDKanada arasındadır
En kalabalık şehir, Japonya’nın Tokyo şehridir.26,5 milyon
En yüksek yerleşim birimi deniz seviyesinden 5 0902 m. yukarıda olan Çin’in Wenzhuang’dır.
En alçak yerleşim yeri deniz seviyesinin 54 m. altında olan ABD Californiya eyaletine bağlı Calipatria şehridir.
En kuzeydeki yerleşim yeri 82,5 derece ile Kanada’nın Alert şehridir.
En güneydeki yerleşim birimi 55 derece ile güneyde olan Şili’nin Puerto Williams şehridir.
En ıssız yer Güney Antartik’te Tristan da Cunha adasında, hiç insan yoktur.
En çok dil konuşulan ülke Papua Yeni Gine’dir. 689 dil ve lehçe.
En büyük dalga Alaska’nın Liyuya Körfezinde 9.07.1958 de 524 m. olmuştur.
Okyanusta en derin yer Mariana adalarının doğusunda 10 923 m. ile Challenger çukurudur.
En büyük çöl OrtaKuzey Afrika’da 9.065.000 km2 ile Büyük Sahra Çölüdür.
En büyük ada Grönland’dır. Yüzölçümü 2.166.086 km2 dir.
En büyük kıta Asya Kıtasıdır. Yüzölçümü 44.936.000 km2 dir.
En büyük göl Hazar Gölü’dür. 424.200 km2 dir.
En yüksek dağ Nepal’de bulunan 8.850 m. ile Everest dağıdır.
En yüksek şelale Venezuella’da bulunan 979 m. Angel Şelalesidir.
En uzun nehir 6.656 km. ile Nil Nehridir.
En yüksek baraj Tacikistan’da Vakhsh nehri üzerinde bulunan 300 m. yükseklikteki Nurek Barajıdır.
En büyük yanardağ patlaması 130 yılında Yeni Zelanda Nort Island’da Taupo patlamasında 20.000 kişi kaybolmuştur.
En yağışlı yer Hindistan’da Cherropunji şehri olup yıllık ortalama 1270 cm3 yağmur düşmektedir.
En kuru yer Şili’de Arica ve Antofagas arasındaki bölge olup ortalama 0.1 mm3 yağmur düşmektedir.
En uzun asma köprü 5 Nisan 1998 de Japonya’da açılan 3.911 m. AkashiKaikyo’dur.
En uzun demiryolu tüneli Japonya’da 53.9km olan Seikan Tüneli’dir.
En sıcak yer Libya’da 58 derece ile ElAziziyah’dır.
En soğuk yer 89 derece ile Antartikadır.
En şiddetli deprem 22.05.1960 da Şili’de gerşekleşmiştir. 9.5 şiddetinde
|
Vücudumuz ısısını nasıl ayarlıyor?
|
Vücudumuzun ısısını korumasına kış aylarında üzerimize giysiler giyerek biz yardımcı oluyoruz ama sıcak yaz aylarında üzerimizde çıkaracak bir şey kalmayınca vücudumuz ısısını nasıl ayarlıyor? Sıcak yaz aylarında vücudumuz ısısını terleme yolu ile koruyor ve ayarlıyor. Beynimizde terlemeyi düzenleyen özel bir bez var. Adı da ‘hipotalamus’. Ayrıca derimizin altında yumak görünümlü 2 milyon ter bezi ve bu bezlerin her santimetrekaresinde 400 ince kanal var.
Çevre ısısının artması ile beyin, ciltteki ter bezlerini uyarır. Bu ter bezleri de ince kanallar vasıtası ile, deri üzerine gözle görülemeyecek kadar az bir sıvı salgılarlar. Cilt üzerine çıkan bu sıvı buharlaşırken vücudun ısısını da alır. Aynen esen bir akşam rüzgarından, serinletici bir fandan veya kapı önüne dökülen bir sudan sonra duyulan serinlik hissi gibi cilt soğur.
Gözle görülen ve görülmeyen olmak üzere iki çeşit terleme vardır. Nefes verirken bile terleriz. Bu arada çıkan su buharı gözle görülmez. Diğeri de yüzümüzde, ensemizde ve özellikle koltuk altlarımızda yoğun olarak bulunan ter bezlerinin salgıları sonucu oluşan terlemelerdir. Böylece vücudumuzun bir şekilde soğuması sağlanmış olur. Aynı çevre ısısında bazıları rahatsız olur ve aşırı terlerken, bazıları da bir rahatsızlık belirtisi göstermez, hallerinden memnun otururlar.
Kimileri sıcak yaz günlerini severken, kimileri de kapalı, puslu kış günlerini sever. Peki, bunun tıbbi bir açıklaması var mıdır acaba? Tıbbi değilse bile basit bir açıklaması vardır. Her insanın vücut ısısı, daha doğrusu önceden ayarlanmış ortalama vücut ısısı aynı değildir. Vücudu 36 dereceye ayarlanmış bir insan, 38 dereceye ayarlanmış bir insana göre, çevresindeki sıcaklık yükselmelerine daha hassastır. Terleme ve dolaşım sistemlerinin termostat düğmesi daha düşük derecelere ayarlanmış insanlar, düşük çevre sıcaklıklarında kendilerini daha rahat hissederler.
|
|
Uçaklar arkalarında neden bulut bırakıyorlar?
|
Bu, çocukların gökyüzüne bakarak en sık sordukları sorulardan biridir. Kim bilir kaçımız, kaçamak cevaplar vermiş, uçağın motorlarından çıkan duman olduğunu söylemiş ama aynı yükseklikte uçan her uçakta aynı şeyin olmadığını açıklayamamı-şızdır.
Bir bulutun oluşabilmesi için, havanın, yeryüzünden buharlaşan suyu absorbe edemeyecek, yani içine alamayacak kadar düşük sıcaklık ve basınçta olması, bir de bulutu oluşturacak su damlacıklarının etraflarında tutunabilecekleri toz parçacıklarının olması gereklidir. Yerden 10 bin metreden fazla yükseklikte uçan yolcu ve savaş uçaklarının uçtuğu bu yükseklikte normal şartlarda hava çok temizdir, hiç toz yoktur, yani bir bulutun oluşması için gereken şartlardan biri eksiktir.
Bilindiği gibi jet uçaklarının motorları, ön taraflarından havayı alarak, yakıt ile yakar ve işlev tamamlandıktan sonra, arka taraflarındaki küçük çaptaki egzozdan büyük bir basınç ile dışarı verirler. Bu motorların aldıkları hava ile birlikte giren su buharı, motorun içinde daha da koyu hale gelerek dışarıdaki çok soğuk havanın üzerine püskürtülür. Buna teknik dilde ’sublime’ olma olayı denir. Yani buhar halindeki suyun, sıvı hale geçmeden, doğrudan donması, buz haline geçmesidir.
Aslında uçakların arkalarında bıraktıkları bulut, insan yapısı bir buluttan başka bir şey değildir. Soğuk havada verdiğimiz nefes havada nasıl buharlaşıyorsa onun gibi bir şeydir. Deniz seviyesinde, yüksek sıcaklık ve basınçta buharlaşan suyu hava kolayca absorbe eder. Yükseklik arttıkça, hava sıcaklığı ve basınç düştükçe, hava artık su buharını içine alamaz hale gelir. Ancak bulutun oluşması için bir üçüncü şart daha vardı, yani toz parçacıkları.
İşte burada toz parçacıklarının görevini, uçağın motorlarından egzost olarak çıkan yakıt parçacıkları yerine getirir. Bu sayede bir bulutun oluşması için üç şart da yerine getirilmiş olur ve motorların gerisinde uzun, ince bir bulut oluşur.
Esasında alçak irtifada uçan uçaklarda da aynı şey oluşur, motorlardan su buharı salınır ama düşük ısı, nem miktarı, rüzgar yönü gibi etkenler tam oluşmadığı için uçakların arkasında beyaz bulut oluşmaz. İlave edelim ki, bu olayda uçağın ve motorlarının cinsi ve kapasitesinin hiçbir etkisi yoktur.
|
Suyun altında niçin bulanık görürüz?
|
Denize dalıp gözlerimizi açtığımızda etrafı bulanık görürüz ama deniz gözlüğünü takınca her şey netleşir. Anlaşılıyor ki, gözümüzün önünde deniz gözlüğünün içindeki hava olmadıkça, suyun içinde görme işlevinde bir aksama olmaktadır. Gözümüzün dışbükey şeklindeki dış yüzeyi sadece bir mercek görevi görür. Bu mercek olmadan gözümüz ışığı alıp, arka taraftaki retina tabakasına odaklayamaz. Yani gözümüzün dışı bir görme elemanından ziyade, görüntünün ince ayarını yapan basit bir mercektir.
Işık, havadan suya veya bir prizmanın içinden geçerken olduğu gibi, farklı yoğunluktaki cisimlerden geçerken kırılır. Bunu biliyoruz. Gözümüzün yoğunluğu ve dışbükeyliği öyle ayar lanmıştır ki, gelen ışık kırılma sonucunda gözümüzün arkasındaki retinada odaklaşır.
Işığın sudaki hızı, gözümüzü geçerkenki hızı ile yaklaşık aynıdır. Ancak suyun yoğunluğu farklı olduğundan buradan gelen ışık, havadan gelecek ışığa göre yoğunluğu ayarlanmış gözümüzde tam kınlamaz, görüntü retinada tam odaklaşamaz ve suyun altında cisimleri flu görürüz.
Eğer su ile gözümüz arasına bir cam koyar ve arkasında havanın bulunduğu bir boşluk bırakırsak, sudan havaya geçen ışık oradan gözümüze gelerek normal olarak kırılır ve görüntü de retina da net olarak odaklaşır.
|
Padişah Gömleklerinin Gizemi
|
Osmanlı sultanlarının ayet, hadis ve sembollerle süslü her biri üç-dört yılda dokunan ‘tılsımlı gömlekler’inin sırrı hâlâ çözülemiyor. Uzmanlar, gömleklere işlenen şifrelerin Osmanlı tarihine ışık tutacağına inanıyor. Osmanlı padişahlarının savaşta galip gelmek, nazardan korunmak ve şifa bulmak için giyindikleri tılsımlı gömleklerin üzerindeki harf ve rakamların işaret ettiği anlam şimdilik bir sır.
Üstelik çözülemeyen yalnızca şifreler değil, kumaşların nasıl olup da 8 bin çözgü ipiyle dokunduğu da anlaşılabilmiş değil.
Gömleklerin şifresini ve dokuma tekniğinde kullanılan formülü bulmak ise merak tatmininden daha öte bir anlam taşıyor. Amaç, ‘altın oran’ı Türk tekstilinin hizmetinde kullanmak.Tılsımlı sultan gömlekleri, ayet ve duaları tespit eden bir alim, işe başlamak için ‘eşref saati’ni hesaplayan müneccim ve sonunda gömleği bezeyen nakkaşların ortak ürünü. Kumaşlar çoğunlukla o zamanki adıyla Tonguzlu olan Denizli’den getiriliyor saraya. Denizli’nin kaliteli pamuğundan dokunan bezler, iç giyimi olarak tasarlanan tılsımlı gömlekler için bire bir. Hattatların kağıdı terbiye etmek için kullandığı aharlama yöntemiyle yazıya elverişli hale getirilen kumaşlar nakkaşlar atölyesinde işlenmiş. Bir gömlek üzerinde 3-4 yıl uğraşan hattatlar için meçhul kahramanlar yakıştırması yerinde olur; çünkü gömleklerin pek azında kimin tarafından yapıldığı yazılı.
1978 yılından bu yana Topkapı Sarayı Müzesi’nde Osmanlı tekstili ve padişah giysileri üzerine çalışan Doç. Dr. Hülya Tezcan, tılsımlı gömlekleri grafik sanatının zirvesi olarak tanımlıyor. Gömleklerin üzerine celi, sülüs, kufi yazıyla işlenen ayetler ve dualar kare, yıldız gibi geometrik şekillerin ya da Kadem-i Saadet, Süleyman Mührü, Zülfikâr, lale gibi anlamlı motiflerin içine yazılmış. 15-20. yüzyıl arasında hazırlanan padişah giysilerini içeren saray koleksiyonunda Peygamber Efendimizin nübüvvet mührü, Hilye-i Şerif ve O’nun için yazılan Kaside-i Bürde’yle bezenmiş dört gömlek yer alıyor. Ancak diğer gömlekler üzerinde de yine Peygamberimize ait Kadem-i Saadet ve Nalın-ı Saadet motifleri kullanılmış.
Tılsımlı gömlekler üzerinde sıkça yer alan iki motif ise Hz. Ali’nin ucu çatallı kılıcı ‘Zülfikâr’ ve çoğunlukla Musevi inancıyla bağdaştırılan Süleyman Mührü. Hülya Tezcan, gömleklerde Süleyman Mührü’nün saltanatın ebediyetini temsilen kullanıldığını ve Allah, Hz. Muhammed ve Hz. Ali isimlerinin çoğunlukla bir arada anıldığını tespit etmiş. Koleksiyonun en eski tarihli gömleği Şehzade Cem’e ait. Üzerinde 1477-1480 yılları arasında yapıldığına dair bir not bulunan gömlek ihtimal ki, 18 Temmuz 1482’de Anamur açıklarında şövalyelerin gemisine binerek Rodos’a hareket eden Cem Sultan’ın üzerindeydi. Talihsiz şehzade, saltanat yarışından galip çıkması için giydiği tılsımlı gömleğe rağmen Rodos’ta esir alındı. Cem’in gömleği şimdi Topkapı Sarayı koleksiyonunda. Ancak Viyana kuşatmasında bozguna uğrayan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın gömleğinin hâlâ Viyana’da bir manastırda olduğu tahmin ediliyor.
Hülya Tezcan, Osmanlı tarihinin tılsımlı gömlekler üzerinden okunabileceğini söylüyor. Nitekim 2. Selim’e Hürrem Sultan tarafından diktirilen gömlek yalnızca Selim ve Bayezıd arasındaki taht mücadelesini değil, Rüstem Paşa’nın entrikalarıyla boğdurulan Şehzade Mustafa’nın hazin sonunu da anlatır. Sultan 3. Murat’a ait gömlekte ise Konya Mevlevihanesi’ni kuran Şeyh Sinaneddin Dede’nin padişahlarla kurduğu iletişimi görmek mümkün. Sinaneddin Dede sadece gömleği yapan kişi değil, doğu seferine çıkarken elini öpüp hatırını soran Yavuz Sultan Selim’e; “Seferden zaferle döneceksin; benim senden tek isteğim dergâha yardım etmendir.” diyen ilginç bir kişilik.
Yavuz hakikaten savaştan zaferle dönüyor ve Konya Mevlevihanesi’ni yapmaya başlıyor. Yavuz’dan sonra Kanuni ve 2. Selim dönemlerini de gören Şeyh Sınaneddin Dede’nin ömrünün son demlerinde 3. Murat’a hediye ettiği tılsımlı gömlek saraya bir teşekkür babında. Yine aynı sultana ait gömleklerden biri ‘Oğlum, aslanım.’ diye başlayan kitabesiyle diğerlerinden ayrılıyor. Oğluna pek düşkün olan Nur Banu Sultan’ın hazırlattığı gömleğin amacı gözü Safiye Sultan’dan başkasını görmeyen 3. Murat’ın başka evlilikler yapması. Nur Banu Sultan tahtı vârissiz bırakmamak için girdiği bu gömlekli mücadeleden zaferle çıkıyor ve 3. Murat ardında 19 erkek 20 küsur kız çocuğu bırakarak bu dünyadan ayrılıyor. Ancak erkek çocukların sonraki taht kavgalarında öldürülmesi Nur Banu Sultan’ın çalışmalarının boşa gittiği şeklinde yorumlanabilir.
Allahım sevgimi kulun Mustafa’nın gönlüne ver!
Tılsımlı gömlekler sadece padişahlar ve şehzadeler için yapılmamış. Saray çevresine yakın paşalardan özellikle makam hırsı olanlar da kendileri için gömlek hazırlatmışlar. Onlardan biri Moralı Hasan Paşa, gömleğinin üzerine şöyle yazdırmış: “Allahım senden sevgimi, muhabbetimi kulun Mustafa’nın gönlüne vermeni dilerim. Nasıl vahyini sevgilin Muhammed’in kalbine ilham etmişsen ruhumla Sultan Mustafa’nın ruhunu uzlaştır.” Gömleğin yakasındaki küçük karelerde ise “Ey herşeyi kolaylaştıran Allahım, Hasan Paşa’nın muradını da kolaylaştır.” yazıyor. Hasan Paşa’nın muradı nedir, sadrazam olmak.
Hülya Tezcan bu gömlekten hareketle yaptığı araştırmada, paşanın çok hırslı bir adam olduğu ve sadrazam olabilmek için padişahları canından bezdirdiği bilgisine ulaşmış. Moralı Hasan Paşa sonunda muradına ulaşıp sadrazam olabilmiş. Saltanat kavgalarının uzağındaki halk da tılsımlı gömleklerden payına düşeni almış. Dönemin tarikat dergahlarında, sarılıktan, akrep sokmasından korunmaya yönelik hazırlanan gömlekler arasında kadınları eşlerine şirin gösteren gömlekler de var. İç gömleklerden günümüze ulaşanlar, üzerlerindeki leke hatta yaka kirleriyle duruyor; çünkü bu gömleklerin yıkanması mümkün değil.
Bir de hiç kullanılmadan kaldırılan gömlekler var koleksiyonda. Tezcan, “Sarayda her şeyin bol bol yedeği vardır. Elimizde yüzlerce giyilmemiş bebek elbisesi var.” diyor. İpeğin nadir kullanıldığı bu alanda tılsımlı takke ve takma yakalar da var. Takma yakayla ilgili bir açıklamaya rastlamayan Hülya Tezcan, kendince bir çıkarımda bulunuyor: “Yaka, sultanların törenlerde giydiği kaftanın yaka kesimine benziyor. Üzerindeki iplik izlerine bakılırsa kötülüklerden korunma niyetiyle kaftanın içine monte edildiği söylenebilir.”
Gömlekler şimdi koruma altında; sergilenmek için özel izinle saraydan çıkarılabiliyorlar; ancak kimi zaman hiç hesapta olmayan çok daha özel istekler olabiliyor. Tezcan, Osmanlı Hanedanı’ndan ismini açıklamadığı bir kadının şifa bulmak için tılsımlı gömleklerden birini giyerek bir müddet beklediğini ve sonra teşekkür ederek ayrıldığını söylüyor. Hülya Tezcan yaklaşık 30 yıldır gömlekler arasında yaşasa da tılsımlarını çözmeye hiç çalışmamış. “Bir şifre var, bu açık; ama o rakamları ve harfleri çözmek uzmanlık gerektirir. Kaldı ki, giysilerin üzerindeki gubarî hatla yazılan Arapça metinler bile daha okunmadı. Gömleklerin hem dokuması hem de deseni itibariyle gerçek bir sanat eseri olduğunu kabul etmeliyiz. Dokuma üzerine çalışanlar da 8 bin çözgü teliyle dokunan Gülistanî Kemha tekniğini henüz çözemediler.” Hülya Tezcan’ın hazırladığı Padişah Giysileri kitabı önümüzdeki günlerde Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanacak.
Şifreyi çözmek Türk tekstiline yeni bir açılım getirecek
Türkiye’de tılsımlı gömlekler üzerindeki şifreyi çözmeye çalışan tek isim Mehlika Orakçıoğlu. Bilinen tek isim demek daha doğru; çünkü gömleklere ulaşma hususunda Hülya Tezcan’la bağlantıya geçmiş başka biri yok. 1998’den bu yana “Türk Tekstilindeki Kültürel Etkiler” başlıklı doktora tezi üzerinde çalışan Orakçıoğlu, şu günlerde 2. Selim’in gömleğini inceliyor. Şimdilik gömleğin ön yüzündeki küçük karelere yerleştirilen rakamlarla Fetih Sûresi’nin kodlandığını keşfetmiş. Tezini Londra’daki bir üniversite’de hazırlayan Mehlika Hanım, İngiliz danışmanlarının kendisini bu alana yönlendirdiğini ve asıl niyetlerinin gömlekler üzerindeki kodlama sistemini çözerek günümüz tekstiline yeni bir açılım kazandırmak olduğunu söylüyor: “Bu konu, dışarıda daha çok ilgi topluyor. Harvard Üniversitesi bütün imkanlarını ücretsiz olarak seferber etti mesela. Sonunda neye ulaşacağımı bilmiyorum. Kodlama sistemini günümüze uyarlamayı başaramasam bile bu tez bitirilmeyi hak ediyor. Fakat çözebilirsem yeni tekstil tasarımları oluşturmak zor olmayacaktır.”
Osmanlı tekstilini incelerken siyaset, ekonomi ve tarihten yararlanmak gerektiğini söyleyen Orakçıoğlu, tılsımlı gömlekler üzerinde dörde yakın formül kullanıldığını tespit etmiş. Uzun yazılar yerine rakamlar ve harfler tercih etmek sınırlı zemini verimli kullanmayı sağlıyor. Ancak altta, gündelik hayatta pratik olma felsefesi yatıyor. Nitekim Osmanlı döneminde tüccarların uzun cümleler yerine kelimelerin sayısal değerleriyle anlaştığı biliniyor. Gömlekler üzerindeki geometrik desenler ve kodlanan rakamlar bir matematik dehasına da işaret ediyor. Prof. Dr. İsmail Yakıt’ın Türk İslam Kültürü’nde Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme (Ötüken Yayınları) adlı kitabından faydalanan Orakçıoğlu, Mimar Sinan’ın da eserlerinde ebced hesabı kullandığını hatırlatıyor.
Mehlika Orakçıoğlu sadece bir gömlek üzerinde çalışıyor. İncelenmeyi bekleyen onlarca tılsımlı gömlek olduğu hesaba katılırsa gömleklerin dilinin çözülmesinin hayli vakit alacağı söylenebilir. Fakat onun halihazırda çözdüğü bir figür var. Yavuz Sultan Selim’in kaftanı üzerindeki desenleri inceleyerek ‘ellerini gökyüzüne açmış yakaran insan figürü’ne ulaşan Orakçıoğlu, yurtdışında bu kaftan üzerine üç konferans vermiş. Sanatkârın desenler arasına ustaca gizlediği figür, kutsal hazineleri İstanbul’a taşıyan ve ilk Osmanlı Halifesi unvanını alan Yavuz’un İslamî esasların koruyucusu olduğunu simgeliyor. Mehlika Hanım’a göre, görsel bir illüzyon halinde kimi zaman açıkça görünüp kimi zaman da desenler arasında yiten figürü doğrudan Yavuz Selim’e atfetmek de mümkün. Çünkü taç kullanan tek Osmanlı Padişahı Yavuz.
|
İstanbul da ki semtler ismini nasıl almış?
|
Aksaray – Aksaray’dan gelenler buraya yerleştirilmiştir. Bu semt adını bu günkü Aksaray Şehrinden gelenler vermiştir.
Ahırkapı - Padişah sarayının sonunda ki has ahırın (Padişahın atlarının barındığı ahır) yanında olduğu için Ahır Kapısı diye anılmıştır.
Akaretler - Sultan Abdulaziz Taşlıkta Aziziye camiinin giderlerini karşılamak üzere bir vakıf kurmuştur. Bu vakfa gelir sağlamak için de gelir getiren anlamında Akaretler yaptırmayı planlamıştır. Bu planı bitirmek ise II.Abdulhamit’e nasip olmuştur. Bu yüzden semtede Akaretler denmiştir.
Altunizade - Altunizade İsmail Zühtü Paşa’nın yaptırdığı cami, semtinde bu adla anılmasına sebep olmuşştur. Zühtü Paşa’nın babası altın alım satımı ile iştigal ettiğinden Zühtü Paşa’ya da Altunizade denmiştir.
Arnavutköy – Önceleri, Boğaziçi’nin bu sevimli semtinde Arnavutlar oturduğu için buraya bu ad takılmıştı.
Ataköy - Ataköy’ün eski adı Baruthane dir. II.Mahmut tarafından buraya baruthane yapılmıştır. O zamanlar Ataköy (İstanbul’un dışı sayıldığından baruthane yapımı için uygun bir alan olarak görülmüştür.) Daha sonraları Emlak ve Kredi Bankası bu bölgeye 50 - 60 bin nüfuslu bir yerleşim yeri kurmuştur(1950). Yeni yerleşim yerinin adı da Ataköy olur.
Ayazağa - İsmini yeni çeri kethudası Ayaz Ağa’nın çiftliğinden almıştır. Abdulaziz döneminde buraya yaptırılan saray bugün binicilik okulu olarak kullanılmaktadır.
Ayrılık Çeşmesi (Haydarpaşa’da) – Eskiden hac alayı bu çeşme çevresinde toplanır, oradan yola çıkardı. Hacca gidenler eşlerine, dostlarına orada veda ederek ayrılırlardı.
Bağlarbaşı - Çok eskiden bir Ermeni manastırına ait bağların başladığı yermiş. Zamanla oraya Bağlarbaşı denmiştir.
Balat - Rumca saray anlamına gelen palation sözcüğünden geldiği söylenir. Önceleri İstanbul’un kapılarından birine verilin bu ad, sonraları semtin adı olmuştur.
Bebek - Fatih Sultan Mehmet Han buranın muhafazası için gönderdiği komutanın lakabından gelmektedir. (Bebek Çelebi Bebek Çavuş)
Bedesten - Arapça bir söz olan Bezzaz dan türetilmiştir. Bez, kumaş taciri, Manifaturacı anlamına geliyor. Kumaş tacirlerinin bulunduğu yere de bezzazistan denildiğinden. zamanla halk arasında ağza kolay gelmesinden dolayı bedestan’a dönüşmüştür.
Beylerbeyi – III. Murat devri beylerbeylerinden Mehmet Paşa’nın yalısını bulunduğu için köye bu ad verilmiştir.
Cihangir – Kanuni Sultan Süleyman pek sevdiği oğlu Cihangir için burada bir cami yaptırmıştı. Semt adını bu Cihangir Camisi’ nden almıştır.
Çarşamba – Samsun Çarşamba ovasından gelenler yerleştirildiği için buraya da Çarşamba denilmiştir.
Çengelköy – XIX. Yüzyılda Kaptan-ı deryalıklarda, valiliklerde bulunmuş, yiğitliğiyle tanınmış Çengeloğlu Tahir Paşa burada bir mescit yaptırmıştı.
Harem – Üsküdar Sarayı’ nın harem dairesine gidecekler bu iskeleye çıkarlardı.
Haydarpaşa – III. Selim vezirlerinden Haydar Paşa oradaki kışlayı yaptırmıştı.
İhsaniye – Selimiye kışlası ile Karacaahmet arasındaki bu mahallenin bulunduğu yerde eskiden bir saray vardı. Padişah yıkılmaya yüz tutan bu sarayın arsasını halka “ihsan” ettiği (bağışlandığı) için semtin adı “İhsaniye” kalmıştır.
Kabataş – İskelenin bulunduğu yerde eskiden büyük bir taş vardı. Osmanlı devri ileri gelenlerinden “Köse Kahya” diye tanınmış Mustafa Necip çelebi bu taşı yontturup iskele haline getirdi.
Kadıköy – Bugün Osmanağa Camisi diye anılan caminin yerinde eskiden Kadı Mehmet Efendi’nin yaptırdığı bir mescit vardı. Semtin adı bundan dolayı “Kadıköy” kalmıştır. Bugünkü camiyi I. Ahmet devrinde Babüssaade Ağası Osman Ağa yaptırmıştır. Diğer bazı kaynaklara göre Bizans’ın fethinden sonra burası İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’e bağışlanmış, bundan ötürüde semt “Kadıköy” adını almıştır.
Kanlıca - Bu bölgeye Kanuni Sultan Süleyman tarafından Anadoludan Türkmen ve göcebe bazı türk kabileleri getirtilip yerleştirilmiştir. Bu göçebelerin buraya yerleşmeleri kağnılarla olduğu ve çok uzun bir süre içinde ancak yerleşebildikleri için halk arasında bu bölgeye Kağnıca, sonralarıda Kanlıca denmiştir.
Kuzguncuk – Fatih Sultan Mehmet devrinde, Kuzgun Baba diye anılan bir derviş burada oturmuştu.
Taksim - İstanbul sularının bir bölümünün buradan taksimi yapıldığı için burasıda suların taksimi (ayrımı) yapılan yer olarak kalmıştır
Üsküdar – Farsça “Konak” anlamına gelir. Eskiden Anadolu’ya İran’a, Arabistan’a gidip gelen kervanlar burada konaklardı.
Vaniköy – Eski adı Papazbahçesi’ydi. IV. Mehmet, Şeyh-i Sultani Esseyit Mehmet Vani (Vanlı) ye bu yerleri hediye etti, o da kendisine burada bir yalı, bir iki ev
|
Deniz neden mavidir?
|
Su renksiz ve saydam ve bir sıvıdır. Ancak beyaz renkteki bir küvete veya havuza doldurulan suyun aldığı renkten de görüldüğü gibi, kalın tabakalar halinde yeşil-mavi bir renk alır.
Denizin mavi renginin sebebi, gökyüzünün renginin mavi olmasıyla aynıdır ama sanıldığı gibi gökyüzünün maviliğini yansıttığı için deniz mavi renkte görülmez. Aslında atmosferde mevcut, azot, oksijen, karbondioksit gibi bütün gazlar deniz suyunda da bol miktarda bulunurlar.
Deniz suyunun rengi su moleküllerinin ışığı emiş ve yansıtış özelliklerine bağlıdır. Beyaz ışık dediğimiz güneş ışığında bütün renkler vardır. Deniz suyu molekülleri aynen atmosferde olduğu gibi, bu ışığın dağılımındaki kırmızı tarafındakileri emerler, mor tarafındakileri yansıtırlar. Deniz de bu nedenle mavi renkte görünür.
Ne var ki denizin rengi her yerde aynı değildir. Çeşitli yerlerde parlak mavi, koyu mavi, yeşil, turkuvaz hatta kırmızımsı renkler alır. Bu farklılıkları suyun sıcaklığı, derinliği, içinde yaşayan canlılar, dip tabiatı, tuz oranı gibi etkenler yaratırlar. Burada güneş ışığının atmosferde, bulutlarda tutulan miktarı da önemlidir.
Güneş ışığının neredeyse yarısı suyun bir metre derinliğinde soğurulmuş olur. On bir metreye varıldığında ise sadece onda birinin bu derinliğe ulaşabildiği görülür. 500 metreden sonra sadece fosforlu organizmaların biraz aydınlattıkları, mutlak karanlık hüküm sürer. Bu nedenle denizin renginde derinlik de önemli bir faktördür.
Karadaki yaşam gibi denizdeki yaşam da yeşil bitkilerin fotosentez yapabilmelerine bağlıdır. Bu enerjiyi güneş ışığı sağlar, dolayısıyla güneş ışığı denizdeki bitkilerin dağılımında belirleyici rol oynar.
Karaların kenarlarında yer alan az eğilimli kıta.sahanlığı bir bakıma karaların uzantısıdır. Bu bölge kara kökenli bitkilerin yığılma alanıdır. Bu bitkiler su içinde bile olsalar klorofil üretirler. Klorofil de en çok kırmızı ve maviyi emerken yeşil rengi yansıtır. Bu nedenle denizde derin yerler daha koyu mavi iken kıyıya yaklaştıkça renk biraz yeşile dönüşür.
Deniz suyunun rengi ve berraklığı ısıdan da etkilenir. Genel kanının aksine sıcak sularda hayat daha azdır. Soğuk sularda yaşam için önemli olan oksijen ve karbondioksit gazları daha fazladır. Su molekülleri de soğuk suda daha yavaş hareket ettiklerinden bu gazların suyun içinde çözülmüş olarak daha rahat kalmalarını sağlarlar.
Çürüyen bitkilerle birlikte deniz altındaki gıda zincirini oluşturan fotoplankton denilen su altı bitkileri ve zooplankton denilen küçük canlıların bol miktarda bulunması sonucu soğuk suların daha karanlık ve kasvetli görünümü oluşur.
Sıcak tropik sularda ise mercan kayalıkları sayılmazsa mikroskobik canlılar hemen hiç yoktur. Su daha saf ve temizdir. Bunun için de daha berrak ve mavi görünür. Tropik suların kıyılarının cam göbeği rengi ise dipteki kum tabakasının sarı renginin, sıcak suların berrak mavi rengiyle karışması sonucu oluşur.
Deniz suyu ortalama olarak bir litresinde 35 gram tuz içerir. Kutup bölgeleri ve kapalı denizlerdeki ırmak ağızlarının yakınları bir yana bırakılırsa bu oran dünya genelinde büyük bir farklılık göstermez. Buna rağmen güneş ışığına bağlı olarak buharlaşma nedeniyle sıcak denizler biraz daha tuzludurlar. Ancak bu denizlerin daha mavi görünmelerinin ana sebebi tuz oranı değil sıcak olmalarıdır.
Kızıl rengi, Kızıl denizde kırmızı renkli yosunlar, Amerika’nın batı kıyılarında ise tek hücreli organizmalar yaratırlar. Denizlerin renklerinde deniz kirliliği de önemli bir
|
Ormanlarla ilgili ilginç bilgiler
|
Tüm avrupa’da 12 bin tür bitki var.
Türkiye’de ise 9000.
Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanmaktadır.
(82 nijerya kadar)
Son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok oldu.
Yetişmiş bir ağaç günde 17 kişinin oksijen ihtiyacını karşılıyor ve 22.5 kilogram karbondioksiti yok ediyor.
Dünyadaki kağıt tüketiminin yarısı geri kazanılsa,
Her yıl 8 milyon hektar orman alanı korunabilir.
Dünyamız dakikada 21 hektar orman alanı kaybediyor.
Son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok oldu.
Her yıl doğaya 7 ağaç borcumuz var!
Çünkü;
Bir yıl içinde, kullandığımız kağıt- kartonlar ve ayrıca yaşamsal ihtiyaçlarımız için 7 adet ağacı tüketiyoruz.
Bir avrupalı yılda ortalama olarak 300 kg. Kağıt ve kağıt ürünleri tüketmektedir.
Dünyada her yıl kağıt tüketiminin yarısı geri kazanılsa,
Türkiye büyüklüğünde bir ormanlık alan yok olmaktan kurtarılmış olur.
|
Sivrisinekler insanı neden sokar?
|
Dünyada yaklaşık üç bin sivrisinek türü olduğu bilinmektedir. Bunların çoğu insana saldırmaz. Zaten aksi olsaydı dünyanın her yerinde bulunabilen bu yaratıklar ormanda, dağda, insan bulunmayan yerlerde yaşamlarını idame ettiremezlerdi.
İnsanların kanlarını emerek yaşayan sivrisinek türlerinin yalnız dişileri kan emer. Dişiler de insanların kanlarını kendi yumurtalarını üretebilmek için protein sağlayabilmek amacıyla emerler. Birçok cinste dişi sivrisinekler en azından ilk yumurtalarını kana ihtiyaç duymadan üretebilirler, fakat sonraki yumurtaları için kana ihtiyaçları vardır. Bulabildikleri her canlının kanını emerler, hatta deniz yüzeyine gelen balıklar bile ellerinden kurtulamaz.
Erkekler çiçek özleri ile beslenirler. Yumurta üretme gibi bir dertleri olmadığından insanları sokmazlar.
Dişi sivrisinekler avlarının yerlerini duyargaları ve üç çift bacaklarındaki alıcılarla bulurlar. Alıcılar ile nem, ter ve ısı özelliklerini saptarlar. Sivrisineğin duyargaları bir santigradın binde biri kadar sıcaklık değişimlerini algılayabilecek kadar hassastır. Dişi sivrisinekler insanın nefes verirken çıkardığı karbondioksit bulutu içinde, ileri geri hareketler yaparak bu bilgileri değerlendirirler, avın yararlı olacağına karar verirlerse eyleme geçerler. Bazılarının ’sivrisinek bana dokunmaz’ demelerinin esas nedeni ter ve nefes kokularının, sivrisinek için cazip ve özendirici olmamasıdır.
Sivrisinek sanıldığı gibi içi delik ve sivri uçlu bir boruyu deriye sokarak kanı emmez. Sivrisinekte ağzın altındaki kesede iki tüp, iki de neşter olarak kullandığı testere ağızlı bıçak vardır. Önce bıçaklarla deride delik açar, sonra tüplerden biri ile tükürüklerini bu deliğin içine akıtır.
Bu tükürük insan kanının pıhtılaşmasını önler, böylece ikinci tüpü sokarak, sıvı kanı size fark ettirmeden kolayca emer. Eğer bir dakika içinde hala fark etmediyseniz, deposu kanınızla dolu olarak, kafayı bulmuş şekilde derinizden ayrılır.
Sivrisinekleri tahrik eden şey nefesinizdeki karbondioksit oranı ile derinizdeki ısı ve nem oranı olduğundan, özellikle geceleri sivrisinek hücumlarını geçiştirebilmek için, çok sık nefes alışverişi gerektirecek fiziksel hareketler yapmamanız, teninizi serin ve kuru tutmanız gerektiğini unutmayın.
|
Yıldırımlar nasıl oluşur?
|
Yıldırım Nedir?
Havanın iyi bir iletken olmaması bünyesinde yüksek gerilimli bulutları oluşturur. Fiziki sebeplerden ötürü, bulutun yüklenmesi sırasında yere yakın olan kısmi negatif değerle şarj olmuştur (%85 ihtimal). Bu sırada yer de bulut boyunca pozitif yüklenir. Bazı koşullarda bunun tersi yüklenme de olabilmektedir (%15 ihtimal). Fırtınanın artmasıyla buluttaki negatif yük oranı ve buna bağlı olarak da yerdeki pozitif yük ayrışması hızlanarak devam eder. Bulutla yer arasındaki potansiyel fark arttıkça aradaki havanın da delinmesi kolaylaşır ve belli bir değerden sonra havanın delinmesiyle oluşan iletken kanal boyunca buluttan toprağa veya topraktan buluta deşarj baslar. Bulutla bulut arasında olan deşarja simsek ve bulut – toprak deşarjına ise yıldırım denir.
Yıldırımın Oluşumu:
Yıldırımın oluşması için öncelikle yıldırım bulutunun oluşması ve sonrasında bu bulutun elektriksel olarak yüklenmesi gerekmektedir. Günümüzde yıldırım bulutunun oluşumu rahatlıkla açıklanabilse de bu bulutun elektriksel olarak nasıl yüklendiği konusunda kesin bilgiler yoktur. Ancak bu durum bazı teoriler ile açıklanabilmektedir.
Yıldırım boşalmasının çıkış noktası, atmosferde yüksek miktarda nem bulunması ve sıcak hava akımları yardımıyla yüklü bulutların oluşmasıdır. Hava akımları, yere yakın hava tabakalarının iyice ısınması ile oluşur. Çok büyük yüksekliklerden aşağı inen soğuk hava ile bu hava tabakası yer değiştirir. Nem ise yüksek sıcaklıkta buharlaşma ile meydana gelir. Hava, yukarı çıkışı sırasında soğur ve belirli bir yükseklikte su buharına doyacağı bir sıcaklığa erişir. Daha fazla yükselmesi kondenzasyona sebep olur ve bulut oluşur. Yıldırım bulutunun oluşumunda üç asama söz konusudur.
Gençlik
Olgunluk
Yaşlılık
Gençlik aşamasında aşağıdan yukarı doğru ve kenarlardan ortaya doğru hava akımları artar. Bu durum yaklaşık 10 - 15 dakika sürer. Olgunluk aşamasında yağmurlar oluşur. Sıfıra yakın sıcaklık derecelerinde iyice azalan bulut kaldırma kuvveti şiddetli yağmurlara sebep olur. Bu sırada yukarıdan aşağıya hareket eden soğuk rüzgarlar görülür. Bunlar yere ulaştıklarında kısa süreli, şiddetli fırtınalara sebep olurlar. Bu asama yaklaşık 15 – 30 dakika sürer. Yaşlılık aşamasında ise hava akımları artık son bulmuştur. Yaklaşık 30 dakika sürer.
Yıldırım bulutlarında elektrik yüklerinin nasıl oluştuğu henüz net bir şekilde bilinmemektedir. Tarih boyunca bu konuda çeşitli teorilerle bulutların yüklenmesi açıklanmaya çalışılmıştır. Bu teorilerden biri Simpson ve Lomonosow’ un teorisidir. Bu iki araştırmacıya göre bulutlardaki yükler hava akimi yardımıyla oluşmaktadır. Sıcak ve soğuk havanın yer değiştirmesi sonucunda oluşan hava akimi bulutlardaki su damlacıklarını harekete geçirir. Hareket halindeki su damlacıkları, birbirleriyle sürtünmesiyle, yüklü hale geçerler. Bulutlardaki hava akımları su damlacıklarının dağılmasına ve tekrar birleşmesine sebep olurlar. Yapılan laboratuar çalışmalarında dağılan su damlacıklarından küçük damlacıkların negatif, büyük damlacıkların ise pozitif olarak yüklendiği gözlenmiştir. Bu bilgilere göre büyük su damlacıkları yani pozitif yüklü damlacıklar bulutun alt kademelerinde ve rüzgar hızının büyük olduğu bölümlerde olmalılar. Küçük, negatif yüklü, su damlacıkları ise rüzgar tarafından itilmeli ve bulutun daha yukarı kısımlarında dağılmalılar. Yıldırım bulutundaki yüklerin bu şekilde meydana geldiği kabul edilecek olursa bulutun alt kısımları pozitif yüklü olacağından yıldırım deşarjı da pozitif kutsiyette olacaktır. Yapılan gözlemler pozitif kutsiyetteki yıldırım deşarjlarının %5-20 civarında olduğunu, deşarjların yaklaşık %80- 95′ inin negatif kutsiyette olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Simpson ve Lomonosow’ un teorileri yıldırım bulutlarındaki elektrik yüklerinin meydana gelişini tam olarak açıklayamamaktadır. Bu konuda ikinci bir teori de Elster ve Geitel tarafından ortaya konulmuştur. Onlara göre bulutların yüklenmesi tesirle elektriklenme ile açıklanmaktadır
Dünya yüzeyindeki elektrik yükü –5×105 C kabul edilirse bu yükün içinde bulunan su damlacıkları alt uçları pozitif ve üst uçları negatif olmak üzere kutuplanırlar. Yerçekimi etkisiyle aşağıya doğru düsen büyük su damlacıkları havanın oldukça yavaş hareket eden iyonlarına yaklaşırlar ve bu sırada su damlacığının pozitif alt ucu havanın negatif iyonunu absorbe ederken pozitif iyonu da iter. Böylece ağır su damlacıkları negatif elektrikli parçacıklar haline gelir. Ayni şekilde kutuplanan küçük su damlacıkları yukarıya doğru hareket ederken havanın pozitif iyonlarını absorbe ederler ve negatif iyonları iterler. Böylece hafif su damlacıkları da pozitif elektrikli parçacıklar haline gelirler. Bu teoriye göre bulutun alt kısımlarında negatif yükler bulunmaktadır. Teori negatif kutsiyetteki yıldırım deşarjlarını açıklayabilmektedir gibi gözükse de aslında eksik yanları mevcuttur. Bir yıldırım bulutunun su damlacıklarından çok buz kristalleri ve kar parçacıklarından oluştuğu düşünülürse, bu buz kristalleri ve kar parçacıklarının dünyanın elektrik alanı ile kutuplanma olasılıkları oldukça düşüktür. Bu konu üzerine üçüncü bir teori de J. I. Frenkel tarafından ortaya atılmıştır. Frenkel’ e göre havada her iki işaretli iyonlar var olduğundan, dünyanın negatif elektrik yükleri kaçmaya ve iyonosferin pozitif elektrik yükleri ile birleşmeye yatkındır. Dolayısıyla dünyanın azalan elektrik yükünü sürekli olarak takviye edecek bir olayın olması gerekmektedir. Dünyanın elektrik yükünün sabit kalmasında en önemli rolü negatif yıldırım deşarjları sağlayacaktır. Bu teoriye göre her iki işaretli iyonlardan oluşan hava ile küçük su damlacıkları veya buz kristallerinden meydana gelen bir ortam göz önüne alınır ve havanın negatif iyonlarının daha küçük su damlacıklarına veya buz kristallerine konduğu var sayılır. Buna göre bulut, negatif elektrikli su damlacıkları ve pozitif iyonlu havadan oluşur. (negatif iyonlar su damlacıkları tarafından yutulmuştur).
Bir yıldırım boşalmasının oluşabilmesi için elektrik alan şiddetinin 2500kV/m değerine ulaşması gerekmektedir. Buluttaki elektrik alan şiddeti değeri yeterince arttığında bulut – bulut veya bulut – yeryüzü deşarjı görülür. Eğer yeryüzündeki alan çeşitli sebeplerden ötürü (yüksek kuleler, gökdelenler, v.b.) bozulmuşsa bu takdirde de yeryüzü bulut deşarjı görülebilmektedir. Bulut yeryüzü deşarjı, bulutun pozitif veya negatif yüklü bölgelerinden aşağıya veya yeryüzündeki pozitif veya negatif yüklü sivri uçlarından yukarıya başlayabildiği için, dört çeşitte olabilir .
Yukarıya Çıkan Yıldırım Bu tip yıldırımlar genelde yerin pozitif yüklü sivri bölgelerinden, bulutun negatif yüklü bölgesine başlayan ön boşalmalar seklinde görülür. Deşarjlar genelde düzgün araziler üz erindeki çok yüksek yapılardan (GSM kuleleri), veya yeryüzünün yüksek dağlık kesimlerinden başlarlar. Bu yüksek kesimlerin sivri uçlarından buluta doğru ön boşalmalar baslar. Bu sırada 1 ila 10kA arasında değişen akımlar görülür. Deşarj tam olgunlaştığında akim değeri 10kA’ i bulur.
Aşağıya İnen Yıldırım Bir bulutun alt kısmındaki enerji yeterli seviyeye geldiği zaman toprağa doğru bir elektron demeti harekete geçer. Birinci demet 10 ile 50 metrelik mesafeyi 50 000 – 60 000 km/sn arasındaki hızla kat eder. 30 ile 100 mikron saniye süren bir aradan sonra ikinci bir deşarj birinci deşarjın yolunu izler ve birinciden 30 ile 50 metre arası daha ileri gider. Daha sonra üçüncü deşarj ardından dördüncü deşarj meydana gelir. Her bir deşarj öncekinden 30 ile 50 metre ileri giderek şimşeğin ucunun yeryüzüne yaklaşmasını sağlar. Ön boşalma yere yaklaştıkça elektrik alanı havanın delinme dayanımı üzerine çıkacak kadar artar. Böylece yeryüzünün sivri bir noktasından bir boşalma yukarıya doğru ilerleyerek ön boşalma ile birleşir. Yaklaşık 50.000km/sn’ lik bir hızla aşağıdan yukarıya doğru iyonizasyonlu ve kanalda depo edilen yükü toprağa boşaltır. Bu deşarj esnasında 200 000 ampere kadar çıkan akim 100 milyon voltluk bir gerilim ile toprağa akar.
|
Anneler Günü nasıl ortaya çıktı?
|
Bugün alışageldiğimiz “anneler günü” anlamında olmasa da anneler için yapılan kutlamalar Sümerlere dek dayandırılabilir. Matriyarkal (anaerkil) düzenin hüküm sürdüğü tarihin ilkçağlarından bu yana İştar, Kybele, Rhea ve daha bir çok yerel ve dönemsel isimlerle analık, doğurganlık niteliğiyle ön plana çıkmış ve doğanın uyandığı, yeniden doğduğu bahar mevsimi ile özdeşleşmiştir. Patriyarkal düzenin yerleşmeye başlaması zaman zaman kutlamaların içeriğinin ve şeklinin değişmesine ve hatta bazı dönemlerde gizli olarak yapılmasına sebep olmuşsa da kesintiye uğratamamış; her bahar coşkulu kutlamalar ve sunularla bir gelenek halini alarak binlerce yıl kesintisiz olarak sürmüştür.
Daha yakın tarihlere uzanacak olursak, günümüzden birkaç yüzyıl önce 1600′lü yıllarda İngilizler arasında “mothering sunday” adı ile, lent döneminin 4. Pazar günü kutlamalar yapılmaya başlandı. İçinde bulundukları dönemde zor koşullar altında yaşayan ve çoğu zaman çalıştıkları yerlerde barınan İngilizler bu özel günde izinli sayılırlar ve tüm günlerini evlerinde anneleri ile geçirirlerdi. Hatta biraz da hristiyan aleminin yortu geleneğinin etkisiyle olsa gerek “mothering cake” adını verdikleri bir tür pasta götürme adeti yerleşmişti.
Hristiyanlığın Avrupa’da yaygınlaşmasından sonra bu kutlama, onlara hayat veren ve kötülüklerden koruyan ruhani bir güç sayılan “Anneler Kilisesi” ni onurlandırmak amacıyla değişti. Zamanla kilise festivali Anneler pazarı kutlamaları ile birleşerek, beraber kutlanmaya başlandı.
Anneler günüyle ilgili ilk resmi kutlama önerisi, Amerika’da 1872 yılında Julia Ward Howe tarafından barışa adanan bir gün olarak tasarlandı. İlk defa Boston’da bir yürüyüş düzenlenerek kutlandı.1907 yılında Philadelphia’da Ana Jarvis, annesinin ölüm yıldönümü olan Mayıs ayının ikinci pazarının Anneler Günü olarak kutlanması için bir kampanya başlattı. Bir sene sonra Philadelphia’da kutlanan Anneler Günü Ana Jarvis’in izleyenleri tarafından bakanlara, işadamlarına ve politikacılara ulaştırılarak ulusal olarak kutlanmaya başlandı.
1911 yılına gelindiğinde hemen hemen her ülkede kutlanmaya başlanmıştı. 1914 yılında ABD başkanı Wilson tarafından resmi bir açıklamayla Mayıs ayının ikinci pazarı Anneler Günü olarak duyuruldu.
Böylece Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının binlerce yıl önce başlattığı gelenek 20. yüzyılın başından itibaren dünya çapında kabul görmüş oldu.
|
Bulutlar nasıl oluşur?
|
Hiçbir bulut diğeri ile şekil ve hacim olarak aynı değildir. Çünkü oluşumlarına etki eden hava akımları, sıcaklık, basınç, havadaki toz miktarı v.b. gibi o kadar çok etken vardır ki, çok değişken olan atmosferde iki yerde bütün bu şartları eşit olarak sağlamak mümkün değildir.
Isınan yeryüzünden buharlaşan su, havadan hafif minik su buharları şeklinde doğruca gökyüzüne yükselir. Belirli bir yükseklikte basınç azaldığı, hava da soğuduğu için minik su damlacıkları haline geçerler ve bulutları oluştururlar. Başlangıçta bu damlalar o kadar küçüktür ki, çapları birkaç mikrometredir. (İnsan saçı 100 mikrometredir.) Ortalama bir yağmur damlasının oluşabilmesi için bunlardan milyonlarcasının birleşmesi gerekir.
Bulutların bu kadar ağırlığa rağmen gökyüzünde asılı kalabilmelerinin sebebi bu damlacıkların çok küçük olmalarıdır. Her ne kadar bir kilometre çapındaki bir bulutta en azından 1.000 ton su varsa da bu hacimdeki hava 1.000.000 tondur, yani bin kez daha ağırdır. Bu nedenle de bulutlar içerlerindeki yağmur taneleri iyice oluşup, ağırlaşıp yere düşene kadar tepemizde gezinip dururlar. Aslında yağmur yağarken yağmur damlası oluşma işlemi devam ettiğinden bulut içindeki suyu boşaltıp bir anda kaybolmaz.
Bulutun oluşumunda başlangıçta oluşan su damlacıkları o kadar küçüktür ki, üzerlerine gelen ışıkları doğrudan yansıtırlar ve bu tip bulutlar pamuk gibi beyaz görünürler. Su damlacıkları birleşip büyüdükçe, yani kalınlaştıkça ışığı daha az yansıtırlar, bu nedenle de yağmur bulutları daha koyu, gri hatta siyaha yakın renkte görünür. Gittikçe büyüyerek ağırlaşan bu damlalar bulutun altında toplandığından, bu tip bulutların tabanları üst taraflarına nazaran daha koyu renktedirler.
Havadaki sıcaklık yatay olarak genellikle aynıdır. Bu nedenle havanın içine suyu alabileceği yükseklik yatay olarak hemen hemen aynı olduğundan bulutların altları daha düzdür. Bulutun ortası ile üst kenarı arasındaki ısı farklı olduğu ve üst tarafında su damlası oluşumu devam ettiği için üst taraflar kıvrımlıdır.
Bulutlar şekillerine ve yüksekliklerine göre sınıflandırılırlar. Genelde üç ana grupta toplanırlar. Bu sınıflandırmaya göre, ince, tutam tutam, ufak bulutlara ’sirüs’, kümeler halinde olanlara ‘kümülüs’, ufukta tabaka halinde görünenlere de ’stratus’ deniliyor. Ayrıca iki tane de yükseklik kategorisi var. Bulutun tabanı yerden 2.000 - 6.000 metre yükseklikte ise ön ismi ‘alto’, 6.000 metreden daha yükseklikte ise de ’sirro’ oluyor. Yağmur bulutlarına da diğerlerinden ayırmak için ‘nimbo, nimbus’ gibi isimler ekleniyor.
|
Damarlarımız neden mavidir?
|
Yaşamımızın sürebilmesi için vücudumuzdaki her bir hücrenin oksijene ihtiyacı vardır. Hücrelerimize oksijeni kanımız taşır. Kanımız oksijeni havadan aldığımız nefesin sonucunda akciğerlerimizden alır ve vücudumuzun her bir noktasına ulaştırır. Bu noktalarda oksijeni hücrelere devreden kanımız, kalp tarafından emilerek tekrar oksijen depolayabilmesi için akciğerlerimize pompalanır ve çevrim böyle devam eder.
Kanımızın içinde oksijen moleküllerini tutup, damarlarda taşıyarak, hedefe ulaşıldığında bırakan özel bir molekül vardır. Kırmızı kan hücrelerini, yani alyuvarları çevreleyen ve aslında demir içeren bir protein olan hemoglobin, oksijenle birleşerek bilinen parlak kan rengini oluşturur.
Kanımız hücrelerde oksijeni terk edip, karbondioksiti alıp geri dönerken yani toplardamarlarımızda iken rengi koyu kırmızı hatta biraz mora yakındır. Damarlarımızın çeperleri ve kan hücreleri renksiz olduklarından, kanın rengini veya renginin tonunu içinde oksijen olup olmaması tayin eder.
Damarlarımızın mavi renkte görünmesi, vücudumuza gelen ışığın bir kısmının derimizde emilmesi, bir kısmının da yansıtılması ile ilgilidir. Derimizde mavi renk gibi yüksek enerjiye sahip dalga boyundaki ışıklar daha çok yansıtılıp gözümüze geldiği için damarlarımız mavi renkte görülür.
Vücudumuzda gördüğümüz damarların hemen hemen tümüne yakını daha koyu renkli kanı taşıyan toplardamarlardır. Atardamarlarda kalp tarafından pompalanan kanın vücudun her yerine süratle ulaşabilmesi için basınç yüksektir. Toplardamarlarda ise kanın basıncı düşük, hızı da daha yavaştır.
Herhangi bir atardamar kesildiğinde kan daha hızlı dışarı çıkar, kan kaybı süratli ve çok olur. Hayati tehlike yaratır. Bu tehlikeye karşı atardamarlarımız daha kalın çeperli yapılmış ve derimizin altında daha derinlere yerleştirilmişlerdir. Bir kaza veya ameliyat olmadıkça atardamarlarımızı pek göremezsiniz.
Bu nedenle derimizde gördüğümüz damarların çoğu, et kalınlığı az olduğu için içindeki kanın rengini daha çok yansıtan ve deriye daha yakın olan toplardamarlardır. Tabii ki bu durum toplardamarlar kesildiğinde kanın koyu kırmızı veya mor renkte akacağı anlamına gelmez. Kesilme yerinden akan kan derhal hava ile temas edip, ondaki zengin oksijeni alır ve rengi yine bilinen kan rengine dönüşür.
|
Mumyalama Nasıl Yapılır?
|
ÖLÜMSÜZLEŞTİRMENİN 7 ADIMI
I. Ölünün vücudu şarap ve baharatla yıkanır. Tüm parçalar çürümeden kaldırılır. Mumyalamayı yapan ilk önce uzun bir çengel kullanarak dikkatlice beyni çıkartır. Sonra karından derince bir şekilde içeriye doğru keserler ve iç organları dışarı alırlar ( Mide, karaciğer, akciğer ve bağırsaklar).
II. Vücut, sağlam kurutulmuş tuzun benzeri olan niton’un paketiyle beraber doldurulur. Sonra vücut natron ile beraber tamamen örtülür ve eğik biçimde yerleştirilir. Böylece vücudun içerisindeki tüm sıvılar dısarıya akar. Vücut kuru halde mumyalanmış olmalıdır, çıkan tüm parçalar da sonra yanına gömülür.
III. Vücut kurutulurken, iç organlar da kuru olmalıdır ve natronla beraber saklanır. Onlar keten kumaşın şeritiyle sarılır ve minik tabutun içine yerleştirilir. Sonra 4 bölmeli bir sandığa konulur.
IV. Vücut 40 gün sonra tamamen kurur ve büzülmüş olur. Vücut boşluğu içinden kaldırılır ve vücudun içi ve dışı yağ ve güzel kokulu baharatlarla yıkanır.
V. Mumyanın bası ve vücudu yağın içindeki keten kumaşla sımsıkı paketlenir, böylelikle Mısırlılar mumyaladıkları kisinin hayattaki halini yeniden elde etmek isterler.Mumya altın, kolye, yüzük, bilezik ve mücevheratlarla birlikte kapatılırdı.
VI. Tüm vücut kefen, kenarlık ve keten kumaşın şeridiyle örtülür. Mumya orijinal büyüklüğüne ve hacmine dönene kadar yapılır. Bu çok karışık bir iştir ve bir hafta gibi uzun bir zaman alır. Küçük esrarengiz nesneler keten örtü tabakasının altına yerleştirilir.
VII. Örtmeyi bitirdikten sonra, mumyanın basşı ruhunu tanıyana emin olana kadar bir portre maskesiyle örtülür. Maskelenmis mumya, yaldızlanmıs tahta tabutun
|
Zemzem suyu hakkında bilinmeyenler
|
1-)Avrupa`da labaratuarlarda yapilan arastirmaya gore Zemzem suyu diger sulara gore cok daha az kükürt tasimaktadir.
2-) Yine ayni arastirmaya gore diger sulara gore cok daha besleyicidir ve cok daha fazla mineral barindirmaktadir.
3-) Kaynagi henuz bulunamamistir. Nereden geldigi su anki teknolojiye gore bile bilinemiyor.
Yakinlarinda hicbir kuyu yok ve denize de 80 km uzaklikta.Bu sartlarda suyunu denizden veya baska bir kuyudan almasi imkansiz.
Nasil oluyor da yillardir suyu bitmiyor,bunu kimse bilmiyor.
4-) Açligini gidermek için içen kisinin açligini, susuzlugunu gidermek için içenin susuzlugunu giderir.
5-) Sadece 1,5 metre derinligindeki ufacik bir kuyudan cikan su,hac mevsimi boyunca milyonlarca hacinin tum su ihtiyacini gostermemektedir.
6-) Dunya Saglik Orgutu (WHO)`nun raporlarina gore Dunya`daki en icilebilir ve saglikli sulardan biri.
7-) Amerika`da yapilan test sonuclarina gore Dunya`da icinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan TEK su zemzem suyu.
Ayrıca zemzem hiçbir zaman belden aşağı inmez ve anladığını üzere idrar yoluyla atılmaz yani sadece ter ile vücuttan atılır bunların hepsi bilimsel deneylerle kanıtlanmıştır.
|
Aylar ve anlamları
|
Olay, Sezar döneminde geçiyor.
Julius Sezar, takvimdeki karışıklıkları çözmesi için Mısırlı astronomi bilgini Sosigenes’e emir veriyor.
o zamanlarda 1 yılın 365 gün 6 saat sürdüğü biliniyor.
Sosigenes de çözüyor :
HER YIL 365 GÜN ÇEKECEK.
HER YILDAN 6 SAAT ARTACAK.
ARTAN SAATLER 4 YILDA BİR TAKVİME EKLENECEK VE O YIL 365 + 24 SAAT = 366 GÜN OLACAK.
366 gün 12 eşit parçaya bölünmediği için 6 ay 30 gün, diğer 6 ay 31 gün çekecek.
Peki 365 gün çeken yıllarda aylara göre dağılım nasıl olacak ?
Yüce Sezar emir veriyor :
365 GÜN ÇEKEN YILLARDA EN SON AYDAN 1 GÜN DÜŞÜLSÜN.
O zamanlar yılbaşı, Mart ayında. yani Şubat, yılın son ayı. (September=7, October=8, November=9, December=10 da buradan geliyor)
Böylece Şubat ayı, 4 yılda bir 30 gün, diğer yıllarda 29 gün olmuş.
Yüce Sezar, bununla da yetinmeyip aylardan birine kendi ismini vermiş : JULIUS, yani JULY.
Sonradan imparator olan Augustus, Sezar’dan aşağı kalmamış ve sonraki
aya kendi ismini vermiş : AUGUSTUS, yani AUGUST.
Ancak Julius Sezar’ın ayı 31 günken Augustus’un ayı 30 gün olur mu ?
O da emir vermiş : YILIN SON AYINDAN 1 GÜN DAHA ALIN, BENİM AYIMI DA 31 GÜN YAPIN.
Zavallı Şubat’tan 1 gün daha alınmış ve Ağustos’a eklenmiş. O gün bu gündür Şubat ayı, 4 yılda bir 29 gün, diğer yıllarda 28 gün,
Sezar’ın ayı Temmuz ve Augustus’un ayı Ağustos da peş peşe 31 gün çeker oluvermiş.
|
Tarihte kayıtlı ilginç ölüm çeşitleri
|
Atilla :
Attila’nın ordusu MÖ 450 ye kadar Moğolistan’dan Rus İmparatorluğunun sınırlarına kadar Asya’nın tamamını fethetmişti. Gerdek gecesi burun kanamasından ölmüştü.
MÖ 453′te genç bir kızla evlenmişti. Savaş meydanlarındaki ünlü şiddetinin tersine, şölenlerde az yiyip içmeyi adet edinmişti. Düğün gecesi bu âdetini bırakarak tıka-basa yedi ve kafayı buluncaya kadar içti. Gecenin bir saatinde burnu kanamaya başladı, ancak bunu fark edemeyecek kadar sarhoştu. Kendi kanıyla boğuldu ve ertesi sabah ölü bulundu.
Tycho Brahe:
16. yüzyılda yasamış Danimarkalı bir astronomdur. Onun araştırmaları Newton’un genel çekim kanununun yolunu açtı. Vaktinde tuvalete gidemediği için ölmüştü.
16. yüzyılda yemek bitmeden ziyafet sofrasından ayrılmak hakaret kabul edilirdi. Brahe çok içmesiyle bilinen bir adamdı, ama o gece şölene gelmeden tuvalete gitmeyi unutmuştu. Üstelik yemekte de içkiyi fazla kaçırdı. İzin isteyemeyecek kadar da kibardı. Sonunda mesanesi patladı ve 11 gün acı çektikten sonra öldü.
Horace Wells:
1840′larda anestezi kullanımının öncülüğünü yaptı. İntihar etmek için anestezi kullanmıştı.
Anestezi araştırmaları sırasında çeşitli gazlarla deneyler yaparken, kloroform bağımlısı olmuştu. 1848 de iki kadına sülfürik asit sıkmaktan tutuklandı. Hapisteyken yazdığı bir mektupta, sorunlarının sebebi olarak saldırıdan önce fazla miktarda aldığı kloroformu suçladı. 4 gün sonra hücresinde ölü bulundu. Kendisini kloroformla uyuşturmuş ve bir usturayla kalçalarını kesmişti.
Francis Bacon:
16. yüzyılın en etkili beyinlerinden biriydi. Devlet adamı, felsefeci, yazar ve bilim adamı olmasının yani sıra, Shakspeare’in bazı oyunlarını onun yazdığı bile söylenir. Bir pilici karla doldurmaya çalışırken ölmüştü.
1625 yılının bir öğle sonrası, Bacon kar fırtınasını seyrederken, etleri korumak için karin tuz gibi kullanılabileceği fikrine kapıldı. Bu denemek için komsu köyden bir piliç satın aldı, onu kesti ve dışarıda karin altında donması için karla doldurmaya çalıştı. Piliç asla donmadı, ama Bacon dondu.
Jerome Irving Rodale:
Organik gıda hareketinin kurucusu, Organik Çiftçilik ve Bahçecilik dergisinin yayıncısı ve büyük bir yayın şirketi olan Rodalı Gazeteciliklin kurucusu. Organik gıdaların yararları hakkında kendisiyle yapılan bir röportaj sırasında ölmüştü.
1971 yılında Dick Cavett Show’a çikip ta, “kafayı bulmuş bir şoförünün kullandığı bir araba çarpmazsa, 100 yasıma kadar yasarım,” dediğinde sadece 72 yasındaydı. Sohbetin bir yerinde koltuğa yığılıp kaldı. Ölüm sebebi kalp kriziydi. Bu program hiç yayınlanmadı.
Aeschylus: MÖ 500′lerde yasamış bir oyun yazarıdır. Birçok tarihçi onu Yunan tragedyasının babası sayar. Kafasına bir kaplumbağanın düşmesi sonucu ölmüştü.
Efsaneye göre kartallar kaplumbağaları yakalar ve kabuklarını kırmak için kayalara düşürürdü. Kartalın biri Aeschylus’un kel kafasını kaya sanmış ve yakaladığı kaplumbağayı onu basına bırakmıştı.
Jim Fixx:
Çok satılan Koşu Kitabi’ni yazarıydı. Bu kitap, 1970lerde jogging modası başlatmıştı. Jogging yaparken, kalp krizi geçirdi ve öldü.
Bir gün evinden çıkmış ve jogginge başlamıştı. Kısa bir süre koşmuştu ki, ağır bir koroneri başladı. Daha sonra yapılan otopside, koroner arterlerinden birinin %99, diğerinin %80 ve üçüncünün de %80 tıkanmış olduğu ortaya çıktı. Ölümünden önceki haftalarda 3 kriz daha geçirmişti.
Lully:
16. yüzyılın favori bestecilerindendi, Fransa kralı için de besteler yapmıştı.
Bir defasında müzisyenlere prova yaptırırken, hızlı bir tempo gelmiş ve çubuğunu elinden düşürmüş, çubuk ayağına çarpmıştı. Enfeksiyon sonucu öldü.
|
Hayvanlarla ilgili ilginç bilgiler
|
Deniz kobrası, dünyanın en zehirli yılanıdır.
Filler zıplamayan tek memelilerdir.
Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.
2 bin 600 kurbağa cinsi vardır.
Bir sineğin, saatteki hızı 8 km’dir.
Yunuslar, gözleri açık uyurlar.
Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.
Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.
İnek sütünün pH değeri 6’dir.
Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir.
Dalmaçyalilar gut olmayan tek köpek cinsidir.
Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar.
Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur.
Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır.
Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar.
Meşe ağaçları elli yasına gelmeden meşe palamudu üretemezler.
Aslanlar bir günde 50 kez çiftleşebilirler.
Sadece dişi sivrisinekler ısırır.
Köpeklerin ter bezleri ayaklarındadır.
Larry Hagman (JR.)Dallas dizisinin setinde hiç kimsenin sigara içmesine izin vermezdi.
Salatalığın yüzde 96’si sudur.
Bir kilo limonda bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır.
Peru’da hiç umumi tuvalet yoktur.
Timsahlar renk körüdür.
Yarim kilo bal yapabilmek için arılar iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar.
Sadece dişi kanaryalar ötebilir.
Tarantulalar iki buçuk yıl yiyeceksiz yasayabilirler.
Havuca rengini karoten verir.
İnciler sirkede erir.
Zikir anmak, Allah’ı hatırlamak, her sözünde ve her işinde O’nun emirlerine uymak, yasakladıklarından sakınmak. (Bkz. Tasavvuf) Anma, anımsama, ezberleme, hatırlama. Söylenmesi tavsiye edilen hamd, sena ve dua için kullanılan sözler. Bazı alimler zikri, insana sevap kazandıran her türlü hareket olarak tarif etmişlerdir.
Yeni Zelanda’da yaşayan Kea adında bir cins papağan araba pencerlerinin etrafındaki kauçuk şeritleri yer!
Kaydedilen en uzun tavuk uçuşu 13 saniyedir
Dünyadaki beyaz karıncaların toplam ağırlığı insanlarin 10 katıdır.
Eşeklerin gözleri dört ayaklarını da görebilecek şekildedir.
Kedilerin her bir kulağında 32 adele vardır.
Kutup ayıları solaktır.
Zürafalar 35 cm. uzunlukta siyah bir dile sahiptirler.
Hayvanlar aleminde sadece domuzlar güneşten yanabilir.
Yeni Zelanda Güneybatı Pasifik Okyanusunda, iki büyük ada ve birçok küçük adalar üzerinde kurulmuş, 34°25’-47°17’ güney enlemleri ve 166°27’-178°35’ doğu boylamları arasında yer alan bir güney yarım küre ülkesi.
Baykuş, mavi rengi görebilen tek kuştur.
İnsanları parmak izinden, köpekleri ise burun izinden tanımak mümkündür.
Develerin üç tane kaşı vardır.
Kirpiler suyun üzerinde batmadan kalırlar.
Istakozların kanı mavi renktedir.
BAYKUŞ (Strix);
Alm. Eule(f), Fr. Hibou, İng. Owl. Familyası: Baykuşgiller (Strigidae). Yaşadığı yerler: Ağaç kovukları, harabeler, kuleler, terk edilmiş kuş yuvaları. Antarktika hariç dünyanın her yerinde. Özellikleri: Gece avlanan yırtıcı kuşlardır. Ömrü: 60-70 yıldır. Çeşitleri: Boyları 18-70 cm arasında değişen 123 kadar türü vardır. Bunlardan alaca baykuş, ak baykuş, cüce baykuş, puhu, kukumav, peçeli baykuş meşhurlarıdır.
Öne doğru yönelmiş Eski Mısır’da kediler kutsal hayvan sayılıyordu ve öldükleri zaman insanlar saygılarını göstermek için kaşlarını kazırlardı.
Mısırın ilk devirleri(4 binyıl-M.Ö.16. yy)
Mısır, eski dünyanın ilk siyasi birliğidir. Bu erken doğuşta raslantı dan çok olağanüstü şartların oluşturduğu bir yazgı vardır. Bu ülkenin siyasi, etnik manevi dayanıklılığı, sürekliliği bu oluşumu belgeler. Mısır imparatorlğuu, Asyanın büyük imparatorluklarından da, Roma İmparatorluğu’ndan da uzun ömürlü olmuştur.
Fil yavrusu, hortumuyla annesinin kuyruğuna tutunarak dolaşır. Sürü içindeki dişiler doğumlarını birbirlerine göre ayarlayıp sırayla doğum yapıyorlar.
Kuş örümceği sırtında 300 yavrusuyla gezer.
Keseli farenin yavruları annelerinin sırtına ısırarak tutunur.
Salyangozların 25 bine yakın dişi vardır.
Yılanlar duyamaz.
Zürafalar yüzemez.
Kediler şeker tadını ayırt edemez.
Timsahlar, dillerini dışarıya çıkaramazlar.
Kangurular, geriye doğru yürüyemez.
Kelebekler, ayakları ile tat alırlar.
Atlar, bir ay ayakta kalabilirler.
Fareler kusamaz.
Yılanlar duyamaz.
Kirpiler suda batmaz.
Sineklerin 5 tane gözü vardır.
Develerin 3 tane kaşı vardır.
Bir sineğin hızı saatte 8 km.dir.
İstakozların kanı mavi renktedir.
Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.
Sığırların 4 tane midesi vardır.
Kangurular geri-geri yürüyemezler.
Atlar 1 ay kadar ayakta kalabilirler.
Zebralar beyaz üzerine siyah çizgilidir.
Baykuş mavi rengi görebilen tek kuştur.
Deniz kobrası dünyanın en zehirli yılanıdır.
Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir.
Kediler şeker tadını ayırt edemezler.
Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.
Deve deniz suyu içebileceği gibi bir defada 250 litre su da içebilir.
Karınca kendi ağırlığının 50 katını taşıyabilir.
Çekirgenin kulağı dizindedir.
Avusturalya’da yaşayan Rheobatrachus Silus türü kurbağalar yavrularını midelerinde büyütür.
Zürafanın kalbi 350 mmHg.’lik bir basınçla kan pompalayacak kadar güçlüdür.
Bir pire kendi vücut yüksekliğinin 100 katından fazla yükseğe sıçrayabilir.
Öte yandan pirelerin kan damarları yoktur. Vücudun iç kısmı tümüyle, berrak akıcı bir kanın içinde yüzer.
Bazı yılanların 0.028 gramlık zehiri, 125.000 fareyi öldürecek kadar güçlüdür.
Yılanların çene kemiği olmadıgından ağızlarını diledikleri kadar çok açabilmektedirler.
İnsan vücudunun radyasyona direci 600 rads dolayındadır.Oysa akreplerde bu direnç 40-150 bin rads’a kadar yükseliyor.
Bukalemun dili kendi uzunluğunun 1,5 katı mesafeye kadar ulaşır.
|
Tarih boyunca uygulanmış idam şekilleri
|
İspanyol eşeği: Mahkum, eşek biçiminde yapılmış bir kütük düzeneğe oturtulur, ayaklarına giderek artan ağırlıklar bağlanırdı. Sonunda mahkum ikiye bölünerek ölürdü.
Toptan atılma: Bazen mahkum, bir topun ağzına bağlanır ve top ateşlendiğinde mermi kişinin bedeninin içinden geçerdi. Bazen de mahkum büyük bir topun içine mermi niyetine yerleştirilir, sıkıştırılmış barut ateşlendiğinde paramparça olurdu.
Tekerlek: Tekerlekler çok değişik biçimlerde kullanıldı. Örneğin, kişi özel yapılmış dev bir tekerliğin dış kenarına bağlanıyor ve sivri kazıkların ya da bir tepenin üzerinden aşağı yuvarlanıyordu.
Demir kadın: Kadın biçiminde, bir insanın ancak sığacağı büyüklükte yapılan tabutların içi sivri demirlerle donatılıyor. Mahkum bu tabutun içine konularak kapağı kapatılıyor.
Sarkaç: Kişi bir masaya sırtüstü yatırılıp bağlanıyor. Çok büyük, ağır ve keskin bir baltanın bağlandığı sarkaç mahkumun üzerinde sallanmaya başlıyor. Sarkacın ipi yavaş yavaş bırakılarak, her salınımda mahkumun bedeninin doğranması sağlanıyor.
Demir kap: İçine fareler doldurulan büyükçe demir bir kap, açık ağzı karın bölgesine gelecek şekilde mahkumun vücuduna yerleştiriliyor. Ardından bu kap ısıtılıyor. Fareler can havliyle mahkumun karnını kemirip kaçacak yer arıyor. Böylece mahkum iç organları fareler tarafından kemirilerek ölüyor.
Germe: Tarih boyunca mahkumların el ve ayakları bağlanarak gerdirmek yöntemiyle ölmesini sağlayan değişik mekanik yöntemler geliştirildi.
Böceklerle öldürme: Kişinin zemine sabitlenmesi, üzerine bal gibi tatlıların sürülmesi ve böcekler tarafından yenilmeye bırakılması gibi pek çok türü var.
Atlarla parçalama: Mahkum kol ve bacaklarından, 4 ayrı yöne koşturulacak olan atlara bağlanırdı. Ardından atlar koşturulurdu.
Kafa kesme: Bu infaz yöntemi 16 ve 17′nci yüzyılda Avrupa’da ölüm cezasının en insancıl yolu olarak kullanılmıştır. 1789 Fransız devriminde ise kafa kesmek için Giyotin adlı özel alet geliştirildi. Giyotin, Fransa’da uzun yıllar kullanıldı.
Öldüresiye dövme: Bu yöntemin son örneği, sahipleri tarafından ölünceye kadar dövülen Amerikalı kölelerdir.
Kaynatma: Ortaçağ’da popüler olan yöntem. İnsanlar bağlanarak, ağır ağır ısıtılan dev kazanlarda haşlandı.
Gömme: Çağlar boyunca tüm dünyada yaygın olarak kullanıldı. Örneğin, Hindistan’da kadınlar boyunlarına kadar kuma gömüldü ve kafası güneşte pişmek üzere terk edildi. Arap ülkelerinde de yaygın biçimde kullanıldı.
Yakma: Avrupa’da inançsızlar, cadılar ve iffetsiz kadınlara engizisyon döneminde sıklıkla uygulanırdı. Mahkum bir kazığa bağlanır ve çevresinde ateş yakılırdı.
Vahşi hayvanlara atılma: İlk Hristiyanlar aslanlara atılıyordu.
Deri yüzme: Keskin bir bıçakla canlı canlı suçlunun tüm derisi yüzülüyordu. Deri solunumu duran mahkumu acılı ve uzun bir ölüm bekliyordu.
Parçalanma: Mahkum henüz canlıyken balta, satır ya da testerelerle parçalara ayrılıyordu. Arap ülkelerinde 20′nci yüzyılda bile biçimde uygulandı. En son Suudi Arabistan yetkilileri, 1987 yılında Kabe’yi basan bir grubu bu şekilde öldürdü.
Kazığa oturma: Bilek kalınlığında bir kazık, mahkumun kuyruk sokumundan başlayarak ensesine kadar sokulurdu. Kazığın omurilik ve iç organlara zarar vermemesine özen gösterilirdi. Ardından kazık mahkumla birlikte dikilir ve mahkumun ölmesi günler sürerdi.
Demir sandalye/Demir yatak: Bu demir eşyalar iyice beslenmiş bir ateşle çevreleniyor ve bunların üzerindeki kişiler ölünceye kadar kızartılıyordu.
Boğma: Çok değişik biçimlerde kullanılmıştır. En yaygın olanı denizdir. Belki de en iyi bilinen varyasyonu cadı testidir. Su eğer kadını reddederse kadın yüzer. Bu da kadının suçlu olduğunu gösterir ve infaz edilirdi. Eğer su kadını kabul ederse kadın boğulur ve bu da kadının suçsuz olduğunu gösterir.
Zehir: İlginçtir ki zehir, infazın yaygın bir biçimi olmamıştır. Zehirin en çok tanınan kurbanı, baldıran zehirini içmeye zorlanan Sokrates’tir.
Ezme: Mahkum zemine yatırılır ve üzerine aşama aşama ağır taşlar yerleştirilirdi. Mahkumun nefessiz kalarak öldüğü bu yöntemde, cellat, ölüm zamanını istediği gibi uzatabilirdi.
Testereyle kesme: Suçlu testere ile ikiye bölünür.
Yüksekten atma: Mahkum yüksek bir uçurum ya da kale burcundan aşağı atılır.
Çuvala koyma: Suçlu yılan, akrep, kedi, köpek gibi hayvanlarla büyük bir çuvalın içine konurdu.
Aç bırakma: Kişi bir hücre ya da kafese konur ve yiyecek verilmez.
İki ağaçla ikiye ayırma: İki ağaç, birbirlerine doğru çekilir, mahkum bir kol ve bacağı bir ağaca, diğer kol ve bacağı da diğer ağaca bağlanırdı. Ağaçlar bırakılınca mahkum gerdirilmiş olur ve acı içinde ölürdü.
Garotte: Askı ve idamın karışımı bir yöntem. Bir ucu duvara tutturalan ipin diğer ucuda mahkumun boynuna dolanır. Mahkum itilerek, çekilerek ya da ayakları kaldırılarak boğulur.
Sürükleme: Kişi bir ata bağlanır ve ölene kadar sürüklenir.
Su veya civa ölümü: Mahkum ölünceye kadar su veya civa içmeye zorlanır.
Okla vurma: Vikingler tarafından uygulanmıştır. Acıyı uzatmak için ölümcül olmayan bölgeleri hedef almışlardır.
Taşlama: Kişi, ölene kadar taşlanır. Taşlamada, kişinin üyesi olduğu topluluk da bu taşlamaya yardımcı olurdu. Arap ülkelerinde yakın zamana kadar kullanıldı.
Yarma: Suçlu kendindeyken gövdesi açılır ve iç organlar tek tek çıkartılıp, kendisine gösterilirdi.
|
Uyurken beynimizde neler oluyor?
|
Eğer bir insanın başına ‘elektroensephalograf’ (ezberlemeniz gerekmez!) adını taşıyan bir cihaz bağlarsanız, o insanın yaydığı beyin dalgalarını kaydedebilirsiniz. Uyanık ve hareketsiz durumdaki bir insanın beyni, saniyede 10 kez salınım yapan ‘alfa’ dalgaları yayar. Hareketli bir insanın beyni ise, şahmını iki kez fazla olan ‘beta’ dalgalan yayar. Uyku sırasında ise beyin, salınımları çok daha az olan iki tür dalgayı, ‘teta’ ve ‘delta’ dalgalarını yayar. ‘Teta’ dalgalarının sa-lınımı saniyede 3.5 ila 7 arasında olup, ‘delta’ dalgalarmınki saniyede 3.5′tan azdır.
İnsanın uykusu derinleştikçe, beyin dalgaları da yavaşlar. İnsanda en derin ve uyandırılmasmın en zor olduğu uyku zamanında, beyin artık ‘delta’ dalgaları yaymaya başlamıştır. Şimdi geldik işin en ilginç yönüne. İnsan gece uykudayken çeşitli zamanlarda beklenmeyen şeyler oluşur. İngilizce’deki ‘Hızlı Göz Hareketleri’ kelimelerinin baş harflerinden alınarak ‘REM’ uykusu da denilen ve insanların çoğunluğunda bir gecede 3-5 kez görülen bu safhada, beyin dalgaları uyanık bir insa-nınki kadar hızlanır.
Bir insanı veya bir köpeği REM uykuları sırasında seyrederseniz, gözlerinin öne ve arkaya hızla titrediğini görürsünüz. REM uykusu safhasında köpeklerin çoğunda, insanların ise bir kısmında, kollarda, bacaklarda ve yüz kaslarında seğirmeler de görülebilir. Rüya REM uykusu safhasında olur. Bu safhadaki bir insanı uyandırırsanız, rüyasını çok canlı olarak hatırlar ve anlatabilir. REM safhası dışındaki uykularda insanlar genellikle rüya görmezler. Geceleri iyi bir uyku çekebilmek için, hem REM, hem de bunun dışındaki safhaların birlikte yaşanması gereklidir. REM kısmı uyku süresinin yüzde 25 kadarını kapsamalıdır. Normal uykudaki bir REM veya rüya bölümü 5 ila 30 dakika sürer.
Uyku ilaçlan daha çabuk ve derin uyumanızı sağlayabilirler ama uykunuzun ve özellikle de REM kısmının kalitesini değiştirirler. Uykudan önce alınan alkol de beynin dalga yayma sistemini ve düzenini etkiler. Düzenli bir uyku için insan her zaman aynı saatte yatmalı, hafta sonlan da dahil aynı saatte uyanmalıdır.
|
Ülkelerle ilgili ilginçlikler
|
Dünyanın en çok söylenen şarkısı “Happy birthday to you” dur. Şarkının asıl kaynağı Amerika’lı iki kız kardeşe aittir. Orijinal adı ” Good Morning to All” yani ” hepinize günaydın”dır.
Dünyanın bir numaralı domuz üreticisi ve tüketicisi Çinlilerdir.
Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika’ dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir.
Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya’nın İshigaki Adası’nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır.
Herhangi bir okyanusun en uzak olduğu nokta Çin’dir.
Amerika`da her saat 40 kişi kanserden hayatini kaybediyor.
Global ısınma yüzünden yükselen deniz seviyesi 2050 yılında Shangai ve deniz kıyısındaki diğer Çin şehirlerinde büyük sellere neden olacak. Bu sellerde 76 milyon kişi evsiz kalacak.
ABD’de, yaşları 20 ile 29 arasında olan zenci eerkeklerin üçte biri ya hapiste ya da gözaltında tutulmaktadır.
İngiltere’deki bütün kuğular kraliçenin malıdır.
Los Angeles’ın uzun şekli, “El Pueblo de Nuestra Senora la Reina de los
Angeles de Porciuncula” ve gerçeğinin %3.63′üne kadar kısalabiliyor:”LA”!
Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya’nın İshigaki Adası’nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır.
Aktif bir volkanik dağı olmayan tek kıta Avusturalya
Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika’dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir.
Kış aylarında, Moskova ‘daki buz pateni pistleri 250 bin metrekarelik bir alanı kaplar.
Yeni Zelanda, dünyadaki her türlü iklimin yaşandığı tek ülkedir.
Suudi Arabistan’da hiç ırmak yoktur.
Herhangi bir okyanusun en uzak olduğu nokta Çin’dir.
En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa’dır.
Indiana üniversitesindeki ana kütüphane her yıl bir inç daha çöküyor çünkü, mühendisler binayı kaplayacak bütün kitapların ağırlığını hesaplamamışlar.
Dünyanın en büyük şeker ihracatcısı Küba’dır
Meksika’nın doğu kıyıları her yıl bir iki inç daha suya batıyor.
Amerika’da insanların işe yürüyerek en çok gittiği eyalet Alaska.
Eskimolar asla bahse girmez.
Eskimo dilinde kar yağışlarının farklarını tarif etmek için kullanılan yirmiden fazla sözcük vardır.
Monako’nun ulusal orkestrası ordusundan daha geniş bir kadroya sahiptir
Her dört Amerikalıdan biri mutlaka televizyonda görünüyor.
Amerika’da satışa sunulan ilk cd, Bruce Springsteen’in “Born in theusa” albümüdür.
Her iki taraf da kan bağışında bulunursa, Paraguay’da düello yapmak yasaldır.
Eiffel Kulesi’nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak vardır.
Dünyanın en büyük çanı 1733′te Kremlin’de yapılan Çar Kolokol Çanı. Ancak 216 ton ağırlığındaki bu çan, bugüne kadar hiç çalmadı. Nedeni de gerçek bir karamizah örneği olarak görülebilir. Çanın saklandığı yerde yangın çıkınca, akıllı bir arkadaş yangını suyla söndürmeye karar veriyor. İyice ısınmış olan çan, üzerine su dökülünce çatlıyor ve kullanılmaz hale geliyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’liler, yarasaları bomba ikmali için kullanmayı denemişler.
Amerika’da yılda 12 milyar muz yeniyor Eski yerli Amerikalılar aslında hiç hindi yemezmiş, çünkü bu kadar yavaş bir hayvanı öldürmek tembellik göstergesiymiş.
Şemsiye ilk kez 1740′da Connecticut’ta kullanılmış.
Her yıl 40000 ABD’li tuvaletler yüzünden fiziksel sorunlar yaşıyor.
Suudi Arabistan’da hiç ırmak yoktur.
Herhangi bir okyanusun en uzak olduğu nokta Çin’dir.
En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa’dır.
Indiana üniversitesindeki ana kütüphane her yıl bir inç daha çöküyor çünkü, mühendisler binayı kaplayacak bütün kitapların ağırlığını hesaplamamışlar.
Dünyanın en büyük şeker ihracatçısı Küba’dır.
Dünyanın en genç anne babası Çin’deydi.
|
Garip yasaklar
|
- Arabasının altında birinin bulunduğunu gören sürücününotomobilini çalıştırması yasaktır. (Danimarka)
- Otomobilinin karşısına at arabası çıkan sürücü, otosunukenara çekmek zorundadır. (Danimarka)
- Demiryolunda öpüşmek yasaktır. (Fransa)
- Domuzlara “Napolyon” isminin verilmesi yasaktır.(Fransa)
- Yağmur yağarken çimler sulanamaz. (Kanada)
- Koleje gitmek için entelektüel biri olmak zorundasınız.(Çin)
- Kapılar ve pencereler pembe renkte olmak zorundadır.(Kanada-Kanata)
- Ağaca tırmanmak yasaktır. (Kanada-Oshawa)
- Bank Street’te pazar günleri dondurma yemek yasaktır.(Kanada-Ottowa)
- Yong Caddesi’nde ölü atları pazar günü sürüklemekyasaklanmıştır. (Kanada-Toronto)
- Kadınların toplu taşım araçlarında çikolata yemesiyasaktır. (İngiltere)
- Tropikal balık satıcıları hariç Kadınların halka açıkyerde üstsüz gezmesi yasaktır. (İngiltere-Liverpool)
- Etek giyen erkekler tutuklanır. (İtalya)
- Pazar günleri balık avlamak yasaktır. (İskoçya)
- İnek sahiplerinin sarhoş olması yasaktır. (İskoçya)
- Kapınızı çalıp sizden “klozetinizi isteyen birini” içerialmak zorundasınız. (İskoçya)
- Pazar günü çamaşır asmak yasaktır. (İsviçre)
- Çocukların sigara satın alması yasak, içmesi serbesttir.(Avustralya)
- Patikada sağ elinin üzerinde amuda kalkarak yürümekyasaktır. (Avustralya)
- Pazar günleri pembe pantolon giymek yasaktır.(Avustralya-Victoria)
- Araba kullandığınız zaman gömlek giymek zorundasınız.(Tayland)
- İç çamaşırsız gezmek yasaktır. (Tayland)
- Metroda sakız çiğneyen tutuklanır. (Singapur)
- Kuaförde saç kurutucusunun altında uyuyan kadın ve salonsahibi para cezasına çarptırılır. (ABD-Florida)
- Hollywood Bulvarı’nda 2 binden fazla koyun varsa arabakullanmak yasaktır. (ABD-Hollywood)
- Sanık sandalyesinde ağlamak yasaktır. (ABD-Los Angeles)
- U dönüşü yapmak yasaktır. (ABD-Teksas)
Evde içki içmek yasaktır. (ABD-Indiana)
- Birisinin arkasından konuşmak ve dedikodu yapmakillegaldir. (ABD-Indiana)
- Berberlerin çocukların kulağını kesmesi yasaktır.(ABD-Indiana)
- Polisler, ikaz etmek amacıyla köpekleri ısırabilir.(ABD-Ohio)
- Birine yılan atmak yasaktır. (ABD-Ohio)
- Eşeklerin banyo küvetinde uyuması yasaktır.(ABD-Arizona)
- Çorbayı höpürdeterek içmek yasaktır. (ABD-New Jersey)
- Ayakkabıyla uyumak yasaktır. (ABD-Oklahoma)
- Lolipop yemek yasaktır. (ABD-Washington)
- Buzdolabının kapısı açıkken önünde uyumakyasaklanmıştır. (ABD-Pennsylvania)
- Banyoda şarkı söylemek yasaktır. (ABD-Pennsylvania)
- Ana caddede traş olmak yasaktır. (ABD-Mississippi)
|
Erkek ve kadının vücut farkları
|
İki cinsin de vücut ve organ yapılarıyla ilgili gerçekleştirilen bir araştırma ilginç sonuçlar ortaya koydu. Buna göre, kadınlara göre daha ’su’lu ve ‘kan’lı olan erkek, boyda, kiloda ve el uzunluğunda karşı cinse fark atarken, kadına oranla daha kısa yaşıyor.
-Erkeğin beyni yüzde 14 oranında daha ağır. Erkeğin kalbi de daha büyük ancak, yavaş atıyor. Erkeğin kalbi dakikada ortalama 72, kadının kalbi ise 80 kez çarpıyor. Erkeklerde 4.5 litre kana karşılık, kadınlarda 3.6 litre kan bulunuyor.
-Erkek vücudunun yüzde 60-70′i sudan ibaret iken, kadınlarda ise bu oran yüzde 50-60 arasında.
-Erkekler hareketsiz vaziyette, vücudun metrekaresi başına ortalama 39.5 kalori, kadınlar ise 37 kalori yakıyor. Erkek günlük 2 bin 700 kaloriye, kadın ise 2 bin kaloriye ihtiyaç duyuyor.
-Erkeklerde, kadınlarınkinin yarısı kadar yağ dokusu var. Kadınlarda yağ dokusu vücudun yüzde 27’sini, erkeklerde yüzde 15′ini oluşturuyor. Kadın vücudunda erkeklerden 3.5 kg daha fazla yağ bulunuyor.
-Erkekler, hayatları boyunca ortalama olarak kadınlardan 40 gün daha az hastalanıyor.
-Erkeklerin toplam 1.8 metrekare, kadınların 1.6 metrekare derisi var.
-Her 105 erkek çocuğa karşılık 100 kız çocuk doğuyor.
-Erkek beyni yüzde 14 oranında daha ağır. Buna karşılık kadınların iki beyin yarım küresindeki iletişim daha iyi olup, beyindeki kan dolaşımı da daha sağlıklı gerçekleşiyor.
-Erkek elinin ortalama uzunluğu 19.7 santimken, kadın eli ise 17.3 santimetre.
-Erkekler ileri yaşlara kadar, kadınlar ise menopoza kadar (yaklaşık 50 yaş civarı) dölleyebilme ve döllenebilme yeteneğine sahip.
-Kadınların yüzde 20’sinde, erkeklerin ise sadece yüzde 8′inde safra kesesi taşı oluşuyor.
-Erkekler kadınlardan daha hızlı yaşlanıyor. 55 yaşındaki bir kadın, beden gücünün yüzde 90′ına sahip. Oysa aynı yaştaki erkekte bu oran yüzde 70.
-35 yaşındaki erkeğin damar sistemi, 50 yaşındaki kadınınkine eşdeğer. Buna karşılık, kadında sadece cilt daha ince olduğu için daha erken yaşlanıp kırışıyor. Kadınlar yaşlanma olayını, psikolojik olarak erkeklerden daha güçlükle kabulleniyor.
-Erkekler, kadınlardan yüzde 50 oranında fazla kas hücresine sahip bulunuyor. Buluğ çağında erkeklerde kas hücrelerinin sayısı 20 misli, kadınlarda 10 katı artıyor. Erkek vücudunun yüzde 40′ı, kadın vücudunun yüzde 35′i kaslardan oluşuyor. Kadınlardan üçte bir oranında daha güçlü olan erkekler, bacakları daha uzun ve daha kaslı olduğu için kadınlardan daha iyi koşup daha uzağa zıplayabiliyor.
-Ortalama erkek 175 santim boyunda ve 73.5 kg ağırlığında. Göğüs çevresi 98.5 santim, beli 80.4 santim. Ortalama kadın 160 santim boyunda olup 61.2 kg’dir. Göğüs çevresi 90.1 santim olup kalça genişliği 96.5 santim ve beli de 74.3 santimdir.
-Gırtlaktaki ‘Adem elması’ adı verilen çıkıntı da sadece erkeklere hastır.
-”KADINLAR DAHA UZUN ÖMÜRLÜ”
Erkekler dakikada ortalama 16 kez, günde de 23 bin kere soluk alıp veriyor. Kadınlar ise dakikada 20-22 kez, günde 30 bin kez kere nefes alıp veriyor. Her iki cins de 12 bin litre hava soluyor.
-Erkekler ortalama 71.5 yıl, kadınlar 78 yıl yaşıyor.
-Erkeklerde 4.5 litre, kadınlarda 3.6 litre kan bulunuyor.
-Erkeklerin 140/88 olan tansiyonu da kadınlarınkinden yüksek. Bu değer kadınlarda 130/80 şeklindedir.
-Erkeklerin omuzları daha geniş, kolları ve bacakları daha uzun, kemikleri daha ağır, eklemleri de daha büyüktür. Buna karşılık kadınların kalça kemikleri daha geniş, eklemleri de daha oynaktır.
-Kadınların ses telleri daha kısa olduğu için sesleri de daha tizdir.
-Kadınların işitme ve koklama duyuları daha güçlüdür. Buna karşılık erkekler parlak ışığa karşı daha hassastır. Erkek gözü ayrıntıları daha iyi seçer.
-Erkeklerin vücut ısısı kadınlardan daha yüksektir.
-Kadınların saçları daha sık ve telleri daha dirençlidir. Saç kökleri kafa derisinden 2 milim daha derinde olduğu için erkeğinki kadar çabuk dökülmez.
-Kadınlar daha çok antikor üretir, bu sebeple de erkeklere kıyasla bakteri ve virüs hastalıklarına daha seyrek yakalanır.
-Erkeklerin sivilce sorunu daha fazladır. Bu da daha çok testosteron üretmesinden kaynaklanır. Bu hormon yağ bezelerini uyarır ve derideki gözeneklerin tıkanmasına, dolayısıyla sivilceye sebep olur.
-Sadece her 4 AIDS hastasından biri kadındır.
-Kadınlar, deri altındaki yağ tabakasının fazlalığı sebebiyle erkeklerden daha iyi yüzer.
|
Dünyadan ilginç gerçekler
|
*Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39 yıl yaşıyor.
*Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
*ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken hamilelik oranına sahip.
*Çin’de 44 milyon kadın kayıp.
*Brezilya’daki Avon kadınlarının sayısı, asker sayısından fazla.
*2002′de idamların yüzde 81′i ABD, Çin ve İran’da gerçekleşti.
*İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha fazla bilgiye sahip.
*AB’deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon, Afrika’nın yüzde 75′inin günlük geçiminden daha fazla.
*70′in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi yasak,
9′unda ise cezası ölüm.
*Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle yaşıyor.
*Rusya’da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda hayatını kaybediyor.
*1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı.
*Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat kalıyor.
*Hindistan’da 44 milyon çocuk işçi var.
*Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6-7 kg katkı maddesi yiyor.
*Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78 milyon dolar, yani saniyede 148 dolar kazanıyor.
*Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor.
*15 yaşındaki İngilizlerin yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte biri sigara içiyor.
*Washington’daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her seçilmiş kongre üyesi için 125 kişi çalışıyor.
*Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor.
*1977′den bu yana ABD’deki kürtaj kliniklerinde 80 bin şiddet ve taciz vakası yaşandı.
*Mc Donalds’ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan tacını tanıyanlardan fazla.
*Kenya’da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor.
*Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar.
*Amerikalıların üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor.
*150′den fazla ülkede işkence var.
*Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç kalıyor.
*Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33.
*Dünyanın üçte biri savaş halinde.
*Petrol rezervleri 2040′da tükenebilir.
*Sigara içenlerin yüzde 82’si gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
*Dünya nüfusunun yüzde 70′i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı.
*Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek için yaşanıyor.
*Afrika’da 30 milyon kişi AIDS.
*Her yıl 10 dil ölüyor.
*İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla.
*ABD’de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor.
*Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var.
*Her yıl 2 milyon genç kız ve kadın sünnet ediliyor.
*Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor.
*İngiltere’de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol’un ilk
sezonunda 32 milyon kişi oy kullandı.
*ABD, pornografiye yılda 10 milyar dolar harcıyor.
*ABD, “haydut devlet” diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha fazla askeri harcama yapıyor.
*Dünyada 27 milyon köle var.
*Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani her üç haftada bir Ay’a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor.
*Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya yakalanıyor.
*Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa’ya satılıyor.
*Yeni Zelanda’dan İngiltere’ye uçakla getirilen bir tane kivi,
atmosfere kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor.
*ABD’nin, BM’ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.
*Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali, zengin
aile çocuklarına göre 3 kat daha fazla.
|
Salaklık tarihine geçenler
|
Jake Fen isimli Macar adam, esini korkutmak için kendini asmış pozu verdi. Eve gelen es kocasını o halde görünce bayıldı. Kapıyı açık gören komşu kadın içeri girince iki cesetle karsılaştığını sanıp evi soydu. Topladıkları ile çıkarken Jake kadına bir tekme attı. Cesedin canlandığını sanan kadın korkudan öldü. Jake beraat etti..
-New York’ta 5′inci caddede bir adama araç hafifçe çarptı. Adama birsey olmamıştı. Şoförle konuştu ve kalkacakken olayı gören biri yanına gelerek, kalkmazsa sigortadan para alabileceğini söyleyince yeniden aracın önüne yattı. Araç sürücüsü ise adamın gittiğini düşünerek gaza bastı ve adam öldü.
-Bayan Carson Amerika’nın New York kentinde yaşıyordu. Bir gün eğlenmek için cenaze isleri yapan bir şirketle anlaştı. Şirket eve telefon etti ve bayan Carson’un kalp krizi geçirip öldüğünü söyledi . Aile hemen koştu. Bu sırada tabutun içinde yatan bayan Carson birden doğruluverdi. Ama kızı o anda kalp krizi geçirip öldü.
-Romollo Ribaldo işsizdi. Pisa kentinde oturan 42 yaşındaki bu İtalyan bir gün, tabanca ile intihar etmeye hazırlandı. Eşi onu engellemek için dil döktü.. Sonunda Romolo ağlamaya başladı ve intihardan vazgeçip silahını yere fırlattı. Ateş alan tabancadan çıkan mermi eşine isabet etti ve eşi öldü.
-Kansas Wichita’daki polis, havaalanı otelinde 22 yaşında bir adamı sahte 16 dolarlık iki banknotu kullanmaya çalışırken yakaladı.
-Güney Afrika Johannesbur’da iki adam birbirlerinin kafası üzerine koydukları bira kutularına ateş ederlerken birisi arkadaşının yüzüne ateş etti. Adam ağır yaralandı.
-Bir şirket, çalışanlarının iş başında güvenli gözlük kullanmalarını teşvik etmek için özel bir film izletti. Kanlı iş kazalarını gösteren film o kadar canlıydı ki 25 kişi odadan kaçtı. 13 işçi bayıldı.ve işçilerden biri sandalyeden düşerek kafasını yardı.
-Washington’ da bir suçlu hapishaneden kaçtı. Birkaç gün sonra kız arkadaşıyla yemeğe gitti. Ama uzun süre geri dönmeyince kız arkadaşı merak ederek polise haber verdi. Polisler adını duyunca kim olduğunu anladılar ve yakaladılar.
-Michigan Lonia’da sarhoş bir hırsız, iki hizmetçi kızdan nakit para istedi, kızlar parayı vermeyi reddedince adam polis çağıracağını söylerek onları korkutmaya çalıştı. Kızlar aldırmayınca adam gerçekten polis çağırdı ve tutuklandı.
-Pennsylvania Radnor’da bir şüpheliyi sorguya çeken polis, şüphelinin kafasına metal bir süzgeç yerleştirmiş ve tellerle fotokopi makinasına bağlamıştı. Polisin Fotokopi makinasında şüphelinin yalanlarının yazdığını söylemesi inanan şüpheli suçunu itiraf etti.
-Marko ve Roberto de Solisa adlı iki kardeş, birbirleriyle pek iyi geçinemiyorlardı. Roberto’nun sık sık kendisiyle dalga geçmesine dayanamayan Marko, kardeşini, kafasına sıktığı tek kurşunla öldürdü. Bu basit bir cinayet gibi görünebilir. Ancak gerçek öyle değil. Çünkü Marko ile Roberto aynı dolaşım sistemini paylaşan yapışık ikizlerdi. Roberto’nun ölümünden 5 dakika sonra, kan dolaşımı duran Marko da öldü.
-Komboçya’da 2 asker, patlamamış mayınla futbol oynamaya kalkınca hayatlarını kaybetti. Olayı ilginç kılan bir başka nokta, parçalanarak can veren 2 askerin, Kamboçya ordusunun “en iyi mayın uzmanları” arasında yer almasıydı.
-ABD’nin Alabama eyaletinde 25 yaşındaki bir asker tükürme alışkanlığının kurbanı oldu. Pencerenin kenarına oturarak, tükürüğünü, büyük bir tencere şeklindeki sokak lambasına isabet ettirmeye çalışan asker, dengesini kaybedip 11. kattan düştü.
-New Hempshere eyaletinde 10 yaşında bir çocuk, kolasını çiviyle açmaya çalışırken hayatını kaybetti. Kolanın içindeki gaz basıncıyla fırlayan çivi, çocuğun boğazına saplandı ve çocuk yaşamını yitirdi.
-Amerikalı bir genç, bunalıma girerek 10. kattan aşağıya atladı. Aynı binanın 9. katında, gencin, birbirleriyle sürekli kavga eden anne ve babası oturuyordu. 8.katta ise intihar eden gencin hayatını kurtarabilecek çelik bir ağ vardı. Gencin intihara kalkıştığı sırada, 9. katta anne ve babası yine kavga ediyordu. Eşine iyice sinirlenen baba, elindeki av tüfeğinin tetiğine bastı. Anne kendini yere atarak hayatını kurtardı, ancak tüfekten çıkan saçmalar, o sırada 9. katın hizasında bulunan gencin başına isabet etti.
-Arizonalı bir adam kelepçelerle oynarken kendini kelepçeledi ve anahtarı bulamadı. Kendisini kurtarmak için çilingir çağırmak yerine polisi arayınca başı belaya girdi. Onu kelepçeden kurtaran polisler, ödenmemiş bir kefalet borcu bulunduğunu belirleyince onu yeniden kelepçelediler.
-Gillette şirketi 1902 yılında güvenli jilet satmaya başladığında
yüzlerce erkek satın aldı. Sonra da bu jiletlerin sakallarını kesmediğini söyleyerek onları çöpe attılar. Gillette yetkilileri, mutsuz müşterilerin tıraş olmadan önce jiletin sarıldığı kağıdı çıkarmadıklarını fark ettiler.
-Chevrolet, yeni model arabası için “Nova” ismini buldu ama sonra arabayı Latin Amerika’da satamayacakları anlaşıldı. Çünkü “Nova”, İspanyolca’da “gitmez” anlamına geliyordu.
-1932 yılında Los Angeles olimpiyatlarında Fransız atlet Jules
Noel’in disk atmada kırdığı olimpiyat rekoru sayılmadı. Çünkü atışı izlemesi gereken bütün hakemler, sırıkla yüksek atlama yarışmasını izlemek için arkalarını dönmüşlerdi.
-1840′da ABD başkanlığına seçilen William Henry Harrison, çok soğuk bir günde Washington’da açık havada düzenlenen göreve başlama töreninde şapka ve palto giymeyi reddederek yaptığı uzun konuşma sonucu zatürree oldu. Yeni başkan sadece bir ay görev yaptıktan sonra öldü.
-Meksika’daki bir sağlıklı yaşam merkezinin sahibi, vasiyetine
mezarlığın sigara içilmeyen bölümünde gömülmek istediğini ısrarla ekletmeye çalıştı.
-1971′de toprak kaymalarını incelemek isteyen Japon bilim
adamları, büyük bir yağmur fırtınası efekti yapmak için bir tepeyi yangın hortumlarıyla adam akıllı suladılar. Bu yüzden tepenin çökmesi sonucu meydana gelen heyelanda, dört bilim adamıyla 11 izleyici hayatını kaybetti.
-Fransız ordusu, askerlerin mayın tarlalarında yürüyebilmelerini sağlayan patlamaya dayanıklı botlar icat etti. Fakat botlar o kadar ağır ve içinde yürünmesi o kadar zordu ki, askerler mayınlarla havaya uçmadan önce pusuya yatan düşman askerleri tarafından vuruluyorlardı.
-1985′de New Orleanslı cankurtaranlar o yıl şehrin havuzlarında kimsenin boğulmamasını kutlamak için bir parti verdiler. Partide konuklardan biri boğuldu.
-1975′de İngiliz bir çift televizyonda en sevdikleri programı
izlerken erkek yarım saat süren bir gülme krizi sonucu kalp krizi geçirerek öldü.Eşi, cenazeden sonra programın yapımcılarına bir mektup yazarak, kocasını hayatının son dakikalarında bu kadar mutlu ettikleri için teşekkür etti.
-1983′de mağazada hırsızlık yaparken yakalanan San Diegolu bir kadın polislere eğer onu bırakmazlarsa morarana kadar nefesini tutacağını söyledi. Polisler kadını bırakmadılar, o da gerçekten ölünceye kadar nefesini tuttu.
|
13 rakamı neden uğursuzdur?
|
13 sayısının uğursuz olduğuna ilişkin inanç dünyada o kadar yaygındır ki, yaşamı birçok yönde ciddi olarak etkilemektedir. Bazı ülkelerde evlerin kapılarına 13 numarası verilmez, uçaklarda 13. koltuk sırası yoktur, apartmanlarda, otellerde 13. kat ya 1 2 A’ dır ya da 1 4 ‘tür. 13 numaralı oda yoktur. Olsa bile insanlar o odada kalmak istemezler. Hatta ayın 1 3 ‘ünde işe gelmeme, uçak ve tren rezervasyonlarının iptali, alışverişin düşmesi ve benzeri davranışların ABD ‘ye günde milyonlarca dolara mal olduğu söylenmektedir. Bu inanç bir fobi yani bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiş olup adı ‘triskaidekaphobia’dır.
Genel olarak bu inancın, Hz. İsa’nın meşhur son yemeğindeki havarilerin sayısından kaynaklandığı sanılsa da, kökü çok daha eskilere mitolojik tanrıların yaşadığına inanılan çağlara, İskandinavya topraklarına kadar gider.
O zamanlarda ışık ve güzellik tanrısı Balder bir ziyafet verir. Balder Vikking’lerin meşhur tanrısı Odin ile Frigga’nın oğulları olup, ay kraliçesi Nanna’mn da eşidir. Bu ziyafete 12 kişi davetli iken, yalanların ve hilelerin tanrısı Loki, davetli olmadığı halde, zorla 13. kişi olarak katılmak ister. Ancak bu arada çıkan tartışmada, Loki diğer tanrılar tarafından da çok sevilen Balder’i öldürür.
Bu mitolojik hikaye ve inanış İskandinavya’dan Avrupa’nın güneyine kadar yayılır. Hıristiyan din adamları bu halk masalını kullanırlar ve Hz. İsa’nın son yemeğine uygularlar. Hıristiyan versiyonunda Balder’in yerini Hz. İsa, Loki’nin yerini de hain Judas alır. Bu yemekten sonra 24 saat içinde de Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürülür. Bu nedenle Hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır.
Bu inanışlara göre 13 sayısı uğursuzdur ama ayın cumaya rastlayan 13. günü hepten uğursuzdur. Ancak böyle bir günde doğmuşsanız tam tersi, yani 13 sizin uğurlu gününüzdür.
Cuma gününün uğursuz sayılmasına Havva anamızın Adem babamıza elmayı (bence “ayva”yı!) cuma günü yedirtip cennetten kovulmasına sebep olması, Hz. Nuh zamanındaki büyük selin cuma günü olması, Hz. İsa’nın cuma günü çarmıha gerilmesi gibi olaylardan biri veya hepsi neden olmuş olabilir. Müslümanlar ise Hz. Adem’in cuma günü yaratıldığına inandıklarından bu güne diğer günlerden daha çok değer verirler.
13 sayısının uğursuzluğuna duyulan inancın kökeninde bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin yattığını söyleyenler de vardır
|
Dünyanın en gizemli 10 nesnesi
|
İnsanoğlu her ne kadar uzaya çıksa da bundan binlerce yıl öncesine ait bazı nesnelerin üzerindeki esrar perdesi hala aralanamıyor. İngiliz bilim ve teknoloji dergisi Focus da son sayısında bugünün teknolojisiyle bile üretilmesi zor olan gizemli nesnelerden bazılarını tanıttı…
Geleceği gören harita
Coğrafya ve harita uzmanı ünlü Türk denizci Piri Reis’in 1513′te çizdiği Afrika, Amerika ve Güney Kutbu’nu gösteren harita, ortaya çıkarıldığı 1929 yılında ortalığı karıştırdı. Çünkü Güney Kutbu’nun keşfi, haritanın çizilmesinden çok sonra, yani 1818′de gerçekleşmişti. Dahası, Piri Reis’in haritası, kıtanın buz altında kalmış sahil kesimlerini de gösteriyordu. Ancak kıta üzerindeki buzlar, haritanın çizilmesinden tam 6 bin yıl önce erimişti.
2000 yıllık pil
Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafından 1938′de Irak’ın başkenti Bağdat’ın yakınlarında bulunan 2 bin yıllık pil, bilim adamlarını şaşkına düşürdü. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabın içine monte edilmiş bir bakır silindir, onun etrafındaki demir çubuk ve testinin ağzını kapatan asfalttan oluşan bu nesneyi “dünyanın en eski pili” olarak tanımladı. Pilin 2 volt enerji ürettiği saptanırken, 1800′lü yularda modern pili icat eden Alessandro Volta adlı İtalyan kontunun da şöhretine gölge düştü.
Antik çağ bilgisayarı 1900 yılında Girit açıklarındaki bir batıkta araştırma yapan bilim adamları ilginç bir cisme rastladı. Tahta bir muhafazanın içine yerleştirilmiş bir dizi bronz dişliden oluşan bu garip nesnenin kasası, yüzeye çıkarıldığı anda dağıldı ve cihazın içindeki karmaşık yapı ortaya çıktı. Yapılan çalışmaların ardından, bu aygıtın Ay, Güneş ve diğer gezegenlerin konumlarını hesaplamak ve istendiği anda bunların pozisyonlarına yönelik tahminlerde bulunmak için geliştirildiği anlaşıldı.
Kristal kuru kafa
Maya dönemine ait 1000 yıllık bu kristal kuru kafa, tek bir blok kristal üzerine oyma olarak yapılmış. Nasıl yapıldığı hala anlaşılamayan kuru kafanın altından tutulan ışık, doğrudan göz çukurundan yansıyor. Bu teknolojinin bugün bile mümkün olmadığı söyleniyor.
Generalin kemer tokası
M.S. 300′lü yıllarda ölen Çinli general Çou Çou’nun mezarında 1956 yılında bulunan kemerin tokası, yüzde 85 oranında alüminyumdan yapılmış. Ama doğada sadece bileşik olarak bulunan alimünyumun diğer maddelerden ayrıştırılarak tek bir madde olarak kullanılabilmesi ilk kez 19. yüzyılda mümkün olmuştu.
1000 yılda yapılan kent
Pasifik Okyanusu’ndaki Mikronezya adası yakınlarına kurulu antik Nan Madol kentinin inşası, M.Ö 200′de başladı ve 1000 yıl sürdü. 250 milyon tonluk dev bazalt bloklar kullanılarak yapılan bu kent, 100 yapay adayı kanallarla birbirine bağlıyor. Bu kadar bazaltın bölgeye nasıl getirildiği ise hala sır.
Uzaylılar için iniş pisti
Peru’nun Pampa sahilindeki 450 kilometrekarelik alan üzerine çizili motifler, M.O. 300 üe M.S. 600 arasındaki dönemi kapsayan hayvan ve bitki şekillerini resmediyor. Nazca medeniyeti tarafından yapıldığı düşünülen bu garip motiflerin, uzaylılar için bir iniş pisti vazifesi gördüğü öne sürülüyor.
Concorde’un atası M.Ö 200′de yapıldığı sanılan bu nesne, 1898 yılında Mısır’da bir lahitte bulundu. Ancak gerçek uçaklar icat edilene kadar ne olduğu konusunda kimse bir fikir beyan edememişti. 1972′de arkeolog Halil Mesiha bunun bir model uçak olduğunu, mükemmel bir aerodinamiğinin bulunduğunu ve kanatlarının Concorde’u andırdığını iddia etti.
Kayaya gömülü çekiç Tahta sap ve demir tokmaktan oluşan bu çekiç, 1936′da Teksas’ta 400-500 milyon yıllık bir kayanın içine gömülü olarak bulundu. Modern bir aletin tarih öncesi bir kaya kütlesinin içine nasıl girdiği bir yana, çekiçte kullanılan demirin günümüz demirlerinden bile saf olması bilim adamlarını hayrete düşürdü.
Harçsız taş set
Peru’nun Cusco bölgesindeki bir İnka kalesinin etrafını 360 metre boyunca zikzak yaparak saran 9 metrelik setlerin yapımında, tanesi 300 tona varan kireçtaşı blokları kullanılmış. Ancak hiç harç kullanılmamasına rağmen bu kayalar, arasına bıçak bile sokulamayacak kadar mükemmel yerleştirilmiş.
|
Dünyanın “EN” leri
|
Dünyanın en soğuk yeri: Vostock II- -89,2 C
Dünyanın en kalabalık ülkesi: Çin–1.237.000.000 kişi
Dünyanın en geniş ülkesi: Rusya–10.610.083 km²
Dünyanın en küçük ülkesi: Vatikan–0.272 km².
Dünyanın en kalabalık şehri: Tokyo-Japonya–26.500.000 kişi
Dünyanın en uzun binası: Suyong Bay Tower-Pusan(Güney Kore): 88 kat 462 m.
Dünyanın en uzun demiryolu tüneli: Seikan-Japonya–53,9 km.
Dünyanın en uzun karayolu tüneli: St.Gotthard-İsviçre-16.4 km.
Dünyanın en uzun kanalı: Panama kanalı-Panama–81,5 km.
Dünyanın en uzun köprüsü: Akashi-Japonya–1.990 m.
Dünyada en çok konuşulan dil: Çince (mandarin)-885.000.000 kişi
Dünyanın en çok ülke ile sınırı olan ülke: Çin (15 ülke ile sınırı var)
Dünyanın en yüksek yerleşim yeri: Webzhuan, Çin-Deniz seviyesinden 5.090 m. yukarıda
Dünyanın en alçak yerleşim yeri: Calipatria, Kaliforniya, ABD - deniz seviyesinin 54 mt. Altında
Dünyanın en uzun kesintisiz sınırı: ABD-Kanada sınırı.
Dünyanın en yüksek şelalesi: Angel-Venezuela–1.000 m.
Dünyanın en büyük nehri: Nil-Afrika
Dünyanın en yüksek dağı: Everest-Asya–8.848 m.
Dünyanın en büyük çölü: Büyük Sahra Çölü-Orta/Kuzey Afrika
Dünyanın en büyük yanardağı: Tambora-Endonezya
Dünyanın en büyük mağarası: Carlsbad Mağarası-New Mexico, ABD
Dünyanın en büyük gölü: Hazar Denizi-Orta Asya–394.299 km²
Dünyanın en büyük adası: Grönland-Kuzey Atlantik–2.175.597 km²
Dünyanın en sıcak yeri: Al’Aziziyah-Libya–57,7 C
|
Çağlayan nedir ?
|
Çağlayan yüksek bir yerden daha alçak bir yere düşen akarsudur .Genellikle bir ırmak ya da çayın sert kayaçlı bir yöreden daha yumuşak kayaçlı bir yöreye geçtiği kesimlerde oluşur. Yumuşak kayaçların daha hızlı aşınması dik bir uçurumun oluşmasına yol açar. Böylece sular bu uçurumdan aşağıya dökülür. Buzul hareketlerinin ırmak yataklarını akan sulardan daha derin biçimde oymasıyla ortaya çıkmış çağlayanlar da vardır. Çağlayanlar elektrik üretmeye yarar .Güzel manzaralarıyla da çok çekici yerlerdir . Ömeğin Antalya'daki Manavgat Çağlayanı ilin görülmeye değer yerlerindendir.
|
İlaç nedir ?
|
Vücudun işleyişini etkileyen ve hastalıkları iyileştirmek için kullanılan kimyasal maddelere ilaç denir. İlaçlar çok çeşitlidir ve vücudu değişik yollardan etkiler. Örneğin vitamin türünden ilaçlar vücudun iyi çalışması için gerekli kimyasal maddeleri sağlar. Bazı ilaçlar vücudun tümünü etkiler. Bazılarının etkisi ise vücudun yalnızca bir bölümünde görülür. Örneğin beyin ve omurilikten oluşan merkezi sinir sistemini etkileyen ilaçlar vardır. İnsanı gevşeten ve yatıştıran sakinleştiriciler, harekete geçiren uyarıcılar ve ağrı duymaktan kurtaran ağrı kesiciler bu tür ilaçlardır . Bazı ilaçlar vücudu doğrudan etkilemez. Vücuda giren hastalık yapıcı mikroplarla savaşırlar . İlaçlar çok sık ve aşırı dozlarda alınırsa zarar verir. Bazı ilaçlar çok sık alınırsa zamanla alışkanlık yapar. İnsan ilaca bağımlı hale gelebilir. Böyle bir insan ilacı almadığı zaman kendini hasta hisseder
|
Hastane nedir ?
|
"Hastane insanların hasta olduklarında gittikleri yerdir. Bu hastalara doktorlar ve hemşireler bakarlar .Sağlıklı insanlar da muayene için hastaneye gidebilirler .Annelerin çoğu bebeklerini hastanede doğurur .Bazı hastalar tedavi için bir süre hastanede yatarlar . Hastaneler özel bakım ve tedavi sağlar . İnsan başka bir yerde bu olanaklardan yararlanamaz. Bir hastanede laboratuarlar , röntgen makineleri ve ameliyat odaları bulunur. Değişik hastalıkların tedavisinde uzmanlaşmış doktorlar görev yaparlar . Hastaneye yatan hastalar özel bir odada ya da birkaç yataklı odada kalabilirler . Hasta yatakları gerektiğinde yükseltilen ya da alçaltılan özel yataklardır . Doktorlar belli saatlerde odaları dolaşarak hastaların durumunu gözden geçirirler . Hemşireler gerekli ilaçları verirler . Bir hasta yatağında uzanırken kitap okuyabilir , televizyon izleyebilir ya da"" ziyaretçisiyle konuşabilir ."
|
Irmak Nedir ?
|
"Deniz ve göl gibi su kütlelerine dökülen büyük akarsulara ırmak denir . Irmak suları eğimli bir yatak içinde akar . Irmaklar dağ ve tepe gibi yüksek alanlardan doğar . Yamaçlardan inen yağmur ve erimiş kar suları küçük akıntılar oluşturur . Bunların bir araya gelmesiyle çay ve dere gibi küçük akarsular ortaya çıkar. Küçük akarsular da birleşir ve çoğalan sularıyla geniş bir yatak oyarak ırmak biçimini alır . Kar ve yağmur suları kesilirse ırmaklar da kurur . Irmakların doğduğu yere kaynak, denize döküldüğü yere ağız denir. Büyük ırmaklara katılan görece küçük ırmaklar genellikle ''kol '' diye adlandırılır . Irmaklar akarken yatakları aşındırır ve yataklarındaki verimli toprakları sürükler. Bu topraklar ırmağın ağzında ya da taşan bir ırmağın kıyılarında birikir . Böylece verimli tarım arazisi oluşur ."
|
İlkyardım nedir ?
|
İlkyardım kaza geçiren, yaralanan ya da hastalanan kimselere doktor gelmeden önce yapılan yardımdır. Ciddi bir kazada ya da hastalıkta ilkyardım yaşam kurtarabilir . İlkyardımda yaralı ya da hastaya büyük dikkat ve özen gösterilmesi çok önemlidir . İlkyardım eğitimi görmemiş bir kimse, yardım edeceğim derken, yarardan çok zarar verebilir . Okullar ve Kızılay gibi örgütler ilkyardım eğitimi verir. Ciddi bir kaza geçirmiş insan çok kan kaybedebilir. Ağır hastalar baygınlık geçirebilir. İlkyardım konusunda deneyimi olmayanların yapacağı ilk iş acele tıbbi yardım sağlamaktır. Polisten ve hastanelerin acil servisinden cankurtaran istenebilir. Acil servislerde çalışan doktor ve hemşireler, gelen yaralı ve hastalar için yapılması gereken ne varsa vakit kaybetmeden yaparlar.
|
Vücudunuz hakkında bilmedikleriniz
|
* Vücudumuzda bulunan yağla 7 iri sabun kalıbı yapabiliriz.
* O kadar çok karbon taşırız ki bunları bir araya toplayıp kullanmak mümkün olsa; 9000 adet kurşun kalem yapabiliriz. 2200 kibrite yetecek kadar fosforumuz, 250 gramdan fazla sülfürümüz, bir kaşık dolusu magnezyumumuz, 5 cm boyunda bir çivi yapacak kadar demirimiz vardır.
* Vücudumuzda 25 milyar oksijen alıcı kırmızı kan yuvarlakları bulunmaktadır. Bunları bir yüzey üzerine yayacak olursak 2570 metre karelik bir alanı kaplar.
* Bebekken 270'den fazla kemiğimiz varken, büyüdükçe bunların bazısı birbiriyle kaynaşarak sonunda sadece 206 kemikle kalırız.
* Kalbimiz normal olarak dakikada 70-72 kere atar. Bu atışa göre, 70 yaşındaki insanın kalbi 2500 milyon kere atmış ve bu süre içindede 167561600000 kilo kan, damarlarımıza pompalamıştır.
* Normal bir vücut ısısı ile dayanabileceği en sıcak suyun ısısı 110°C dir.
* Normal bir insan vücudunda bulunan elektrik, 25 wattlık bir lambayı dakikalarca yakabilir.
* Esmerlerde 120 bin, sarışınlarda ise 140 bin adet saç teli vardır. Her geçen gün başımızdan 80-150 arasında saç teli kopar ve yerine yine aynı sayıda yenileri çıkar.
* Tek bir dakika içerisinde 1025 cm küplük havayı içimize çeker, 4 kilograma yakın kanı vücudumuz içinde devrederiz.
* Yapılan araştırmalara göre 6 dakika su altında kalabilir, 20 dakika nefesimizi tutabilir, sıfırın altında 103 derecelik bir soğuğa karşı koyabiliriz. 30 gün aç 110 saat da uykusuzluğa dayanabiliriz.
* Tırnaklarımız bir yılda 3,75 metre kadar uzar.
* İnsan doğduktan bir kaç gün sonraya kadar, hiç birşey duymayacak kadar sağırdır
|
Bill Gates Kimdir?
|
Amerikalı girişimci Gates iki kişilik şirketini (Microsoft) başta gelen bir Bilgisayar Software (Yazılım) şirketine dönüştürdü. Gates 20. yüzyılın son döneminde en başarılı şirket patronlarından biri oldu. Seattle/Washington'da avukat bir babayla öğretmen bir annenin oğlu olarak dünyaya gelen Gates, henüz oniki yaşındayken özel bir okulda ilk informatik (bilişim) kurslarına gitti. Okul arkadaşı Paul Allen ile birlikte boş zamanlarını çoğunlukla bilgisayar programları üzerinde çalışarak geçiriyordu.
Yakınlarındaki bir şirketin büyük bilgisayarını para ödemeden kullanabilmek için, iki arkadaş kullanıcılar için yazılım hatalarını arayıp buluyorlardı. Bu şekilde bilgisayar konusunda uzmanlaşan öğrenciler, 1972'de ilk şirketlerini (Traf-O-Data) kurdular. Bu şirket bir trafik sayım ve kontrol sistemi için programlar üreterek hemen 20.000 dolarlık satış yaptı. Gates bundan bir yıl sonra TRW adlı silah işletmesinde staj gördü, ardından da babasının önerisi üzerine Harvard Üniversitesi'nde hukuk eğitimi almaya başladı.
Kişisel bilgisayarlar 70'li yılların ortasında henüz gelişimlerinin ilk aşamasında bulunuyorlardı. MITS şirketinin Altair adını verdikleri en önemli modeli henüz standart bir kullanma programına sahip olmayıp ancak tamamlanmamış bir işletme sistemine sahipti. Gates ve Allen'ın, Altair için 1964'te geliştirdikleri program dili BASIC sayesinde bilgisayar kullanıcıları aletlerini kendileri programlayabiliyorlardı. MITS firması genç araştırmacılardan pazarlama lisansını satın alarak kendilerine sistemi daha da geliştirmeleri için sipariş verdi. Gates bunun üzerine tahsilini bırakarak Allen ile birlikte Albuquerque/New Mexico'da Microsoft adlı şirketi kurdu.
Microsoft, kendini sebatla mikro bilgisayarlar için yazılımı geliştirmeye adayan ilk işletmelerden biridir. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra General Electric gibi şirketler, devamlı müşterileri arasında bulunmaktaydı. Gates 1977'de, aletlerini BASIC ile donatabilmek amacıyla, Apple, Tandy ve Commodore gibi PC (Personal Computer - Kişisel Bilgisayar) üreticileriyle lisans sözleşmeleri imzaladı. Ayrıca FORTRAN, COBOL ve Pascal gibi program dillerini geliştirmekle, Microsoft'a bir üstünlük ve uluslararası pazar yolunun kendilerine açılmasını (1978'den sonra ilkin Japonya olmak üzere) sağladı. Gates 1979'da yalnızca 13 çalışanıyla yaklaşık 3 milyon dolarlık bir satış gerçekleştirebildi.
1980'den sonra PC pazarına girip Gates'i bir PC işletme sistemi geliştirmekle görevlendirince, hızlı yükselişleri sürüp gidegeldi. Microsoft'un kısa zamanda tasarladığı MS-DOS (Microsoft Disc Operating System - Diskli İşletme Sistemi) 80'li yıllarda dünya çapında satış rekorları kırdı (120 milyon nüsha). Gates akıllıca bir öngörüyle haklarını mahfuz tutarak diğer donanım üreticilerine de satış yapabildi. Bunu izleyen zamanda giderek daha çok firma IBM ile bağdaşan aygıtları piyasaya sürünce, geliştirdikleri işletme sistemi bütün bilgisayarlar için standart hale geldi. Bu arada 1.000 çalışanı olan şirket, 80'li yılların ortasından sonra Avrupa'da şubeler kurdu. Şirketin başkanlığını yürüten Gates, tutarlı ekip çalışmasına ve katı bir performans ilkesine önem veriyordu. Bütün çalışanların performansları altı ayda bir değerlendirilmekteydi.
Gates işletme sistemine paralel olarak uygulama programları alanında da son derece başarılı çalışmalar ortaya koyuyordu. Multiplan Çizelge Hesap Programından (1982) sonra, 1983'te ilk kez fareyi (mouse) kullanan MS-WORD adlı metin işleme sistemini başlattı. Özellikle WORD Avrupa'da çok satılırken, ABD'de Lotus 1-2-3 ve WordPerfect adlı rakipleri karşısında, ancak yavaş yavaş başarıya ulaşabildi.
Microsoft'un yazılım alanındaki kesin başarısı, Apple şirketinin kendilerine verdikleri siparişle gerçekleşti. Macintosh adını verdikleri örnek oluşturacak nitelikteki bilgisayar için çeşitli uygulama sistemleri (örneğin WORD ve Excel) geliştirildi. Gates şirketini 1986'da anonim şirkete çevirdi. Aradan çok geçmeden yalnız kendi payının (% 45) borsa değeri 1 milyar doların üzerindeydi.
MS-DOS işletme sisteminin grafik bir iyileştirmesi olan WINDOWS'un geliştirilmesi çalışmalarına Gates 1985 yılında başlamıştı. WINDOWS'u piyasaya sürdükten (1987) üç yıl sonra bir pazarlama kampanyasıyla başarılı oldular. Microsoft bu sistemi sürekli olarak daha ileri program elemanlarıyla genişletiyordu. Gates özellikle WINDOWSu daha basit ve daha kullanışlı bir biçime sokmaya önem veriyordu. Microsoft 1993'te tartışmasız piyasanın lideriydi (yıllık ciro: 3.75 milyar dolar; borsa değeri: 20 milyar doların üstünde). Gates'in kişisel serveti yaklaşık olarak 7 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir.
|
İpek nedir ?
|
İpek, ipekböceğinin ürettiği yumuşak, parlak bir liftir. İpekböceği bir tırtıldır ve bu lifi kendine koza örmek için üretir. İnsanlar bu liften iplik yapar ve kumaş dokurlar. İpek çok sağlamdır. Boyanınca da çok gösterişli olur. Bazen ipeğe başka lifler karıştırılarak döşemelik ve perdelik kumaşlar yapılır. İpek dokumacılığı bundan 4.600 yıl önce Çin'de başladı. 16. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında İtalya ve Fransa'da büyük gelişme gösterdi. İpek en çok dut ipekböceğinden elde edilir. Bu böceğin dişisi 200-500 yumurta bıraktıktan sonra ölür. Yumurtalardan çıkan minik tırtıllar dut yaprağıyla beslenir. Hızla büyüyerek 20-30 günde 7-8 santimetreyi bulur. Büyümesi tamamlanınca yemeyi bırakır ve incecik ipek liften çevresine bir koza örer. İnsanlar ipek elde etmek için üretme çiftliklerinde ipekböcekçiliği yaparlar. Kozaların ipeği elle ya da makinelerle çözülerek çile haline getirilir. Bir kozadan 450 ile 900 metre arasında kesiksiz iplik çıkabilir. Bu iplikler tezgahlarda dokunarak kumaş yapılır.
|
Kısa Kısa
|
yüzük parmağı
niçin yüzük parmağı?
kalbe direk giden tek damar yüzük parmağı üzerinden gider
Gönderen : screamm
Denizatları Hakkında
Küçük deniz hayvanlarıyla beslenen denizatları genellikle 15 metre derinlikte yaşar.Denizatlarının en ilginç özelliği erkeklerin doğurmasıdır.
Gönderen : beyza demirci papatya
|
Pusulayı Kim İcat Etti?
|
MS 100 yılında Çinliler, pusulayı icat etti. Manyetik bir ortamda serbest bırakılan bir objenin kuzeye yöneleceği prensibinden hareketle pusulanın keşfi gerçekleşti.
|
Helikopter hakkında bilmedikleriniz
|
Helikopter hem ileri doğru uçabilen, hem de dikine yükselip alçalabilen bir uçuş aracıdır . Tepesindeki büyük pervaneye rotor denir . Rotor havayı yatay olarak keser . Öbür uçakların pervaneleri ise havayı dikey keser . Helikopter hızla aşağı, yukarı, ileri ve geri hareket edebilir . Havada neredeyse hiç kımıldamadan da durabilir . Helikopterlerin birden çok rotoru olabilir . Rotorlar iki, üç ya da dört kanatlıdır. Bir motor kanatları hızla döndürür . Rotor kanatlarının altından geçen hava helikopteri yukarı doğru iter , üstünden geçen hava ise yukarı doğru çeker. Böylece helikopter havada yükselir . Helikopter uçak kadar hızlı yol alamadığı için, kısa mesafeli uçuşlarda kullanılır . Kalkışı ve inişi için geniş bir pist gerekmez. Bu nedenle kentlerin içinden de yolcu alabilir . Helikopterlerden karadaki ve denizdeki kurtarma işlerinde de yararlanılır . Leonardo da Vinci daha 1483'te bir helikopter tasarımı yapmıştı. Kullanıma elverişli ilk Amerikan helikopterini 1940'ta Igor Sikorsky yaptı.
|
Kuş Deyip Geçmeyin
|
"Eminim hepiniz göç eden kazları havada süzülürken görmüş,'V’ şeklinde bir formasyonda uçtuklarını fark etmişsinizdir.Bilim adamları araştırmış,'Bu kazlar neden 'V’ şeklinde uçarlar? Sonuçta kazların hiçte kaz kafalı olmadıkları ortaya çıkmış.
'V’ formatında uçarken, kanat çırpan kuş hemen arkasındaki kuş için onu kaldıran hava akımı oluşturuyor. 'V' şeklinde uçan kaz grubu, birbirlerinin kanat çırpışlarındaki hava akımını kullanarak, uçuş menzillerini yüzde 71 oranında uzatıyorlar. Yani tek başlarına gidebilecekleri maksimum yolu neredeyse ikiye katlıyorlar.
Bir kaz grubu, 'V' grubundan çıktığı anda uçmakta güçlük çekiyor. Çünkü kaldıraçla hava akımının dışına çıkmış oluyor. Bu yüzden tek kalan kaz hemen 'V' ye katılıyor ve onun gücünü kullanıyor.
Başta giden 'V' lideri yorulduğunda hemen arkaya geçiyor ve arkasındaki lider konumuna geçiyor. Bu değişikliği sürekli yapıyorlar.
Gerideki kuşlar grup yavaşladığında bağırarak öndekileri ikaz ediyorlar. 'V' formasyonundaki bir kus hastalanır yada bir avcı tarafından vurulursa, düşen kusa yardim etmek üzere formasyondan iki kaz ayrılıyor ve korumak üzere yanına gidiyor.
Tekrar uçabilene -yada ölümüne- kadar onunla beraber kalıyorlar. Sonra bir başka 'V' formasyonuna katılıp, kendi gruplarına ulaşıncaya kadar onlarla beraber uçuyorlar"
|
Dişlerimizi tanıyalım
|
Dişler insanların ve öteki hayvanların çene kemiklerine dizilmiş sert, kemiksi oluşumlardır .Yiyecekleri ısırmaya, parçalamaya ve çiğnemeye yararlar . Hayvanlar dişlerini kendilerini savunmak ve avlarını yakalamak için de kullanır. İnsanlarda ve memelilerin çoğunda iki takım diş gelişir . Sütdişleri denen birinci takım, insanlarda 6 yaş dolayında düşmeye başlar .Yerine 32 kalıcı dişten oluşan ikinci takım gelir . İnsanlarda kesicidiş, köpekdişi, küçük azı ve büyük azı denen dört tür diş bulunur . Diş, taç denen dış bölüm ile bir ya da birkaç kökten oluşur . Dişin içinde damarlar ve sinirler vardır .
|
Karıncaları tanıyor musunuz ?
|
Böceklerin çoğu yalnız yaşar. Oysa karıncalar koloni denen geniş topluluklar oluşturur. Bazı kolonilerde yarım milyon karınca vardır. Karınca kolonilerinin çoğu toprağın içinde ya da kayaların altında bulunur. Ama bazı karıncalar çürüyen ağaç kütüklerinin, ağaç gövdelerinin ve yaprak yığınlarının içinde yuvalanır. Genç işçi karıncalar yuvada kalarak yumurtalarla yavruların bakımını üstlenir. Daha yaşlı olanlar yiyecek bulup getirmeye gider. Her karınca kolonisinde bir ana karınca vardır. Bu dişi karınca öbür karıncalardan daha iridir ve daha uzun yaşar. Bazen 15 yıl yaşayabilirler. Ana karınca, ömrünün çoğunu yumurtlayarak geçirir. Karıncaların 8 bini aşkın türü vardır. Bunlar yeryüzünün hemen her yerinde yaşar.
|
Kağıt Parayı İcat Eden Kimdi?
|
"Para icat edilmeden önce, deniz kabuğundan kıymetli metallere kadar çeşitli mallar değişim aracı olarak kullanılmıştır. Tarihi kayıtlara göre, M.Ö. 118 yılında Çinliler deri para kullanmışlardır. İlk kağıt para ise M.S. 806 yılında yine Çin’de ortaya çıkmıştır.
Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17 nci yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. İlk kağıt paranın 1690’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Massechusetts Hükümeti, İngiltere’de ise ""Goldsmiths"" ler tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve daha sonra diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı görülmektedir."
|
Sırasıyla 36 Osmanlı Padişahı
|
01-Osman Gazi
02-Orhan Gazi
03-Murat Hüdâvendigâr
04-Yıldırım Bayezit
05-Sultan Çelebi Mehmet
06-Sultan İkinci Murat
07-Fatih Sultan Mehmet
08-Sultan İkinci Bayezit
09-Yavuz Sultan Selim
10-Kanuni Sultan Süleyman
11-Sultan İkinci Selim
12-Sultan Üçüncü Murat
13-Sultan Üçüncü Mehmet
14-Sultan Birinci Ahmet
15-Sultan Birinci Mustafa
16-İkinci Sultan Osman
17-Sultan Dördüncü Murat
18-Sultan İbrahim
19-Sultan Dördüncü Mehmet
20-Sultan İkinci Süleyman
21-Sultan İkinci Ahmet
22-Sultan İkinci Mustafa
23-Sultan Üçüncü Ahmet
24-Sultan Birinci Mahmut
25-Sultan Üçüncü Osman
26-Sultan Üçüncü Mustafa
27-Sultan Birinci Abdülhamit
28-Sultan Üçüncü Selim
29-Sultan Dördüncü Mustafa
30-Sultan İkinci Mahmut
31-Sultan Birinci Abdülmecit
32-Sultan Abdülaziz
33-Beşinci Sultan Murat
34-Sultan İkinci Abdülhamit
35-Sultan Mehmet Reşat
36-Sultan Mehmet Vahdettin
|
Hastalık nedir ?
|
"Hastalık vücutta ortaya çıkan bir bozukluktur . Grip ve nezle en yaygın hastalıklardandır . Hastalanan insanda genellikle o hastalığın belirtileri görülür. Ömeğin soğuk alan birisinin sık sık bumu akar. Bazı hastalıklara mikrop da denen bakteriler ya da virüsler yol açar . Bunlar yiyecek, su ya da havadan alınabilir. Bazı hastalıklar ise bir organın, ömeğin kalbin yorulması ya da işlemez hale gelmesiyle ortaya çıkar.
Hastalıklar çeşitli yollardan iyileştirilebilir . Vücut antikor denen maddeler üreterek hastalıkla savaşır .Doktorlar antibiyotik gibi ilaçlarla hastalığı tedavi edebilirler."
|
Önemli buluşlar ve tarihleri
|
1280 İlk gözlük İtalya'da yapıldı.
1450 Johannes Gutenberg'in baskı makineleri kitap üretiminde çığır açtı. Bunun sonucunda yeni icatlar hakkındaki bilgilerin yayılması hızlandı.
1453 Copernicus, gezegenlerin Dünyanın etrafında değil, Güneş'in etrafında döndüğünü ortaya atan kuramını yayımladı.
1592 Galileo, cisimleri 30 kez büyüten bir teleskop yaptı.
1614 İskoçyalı matematikçi John Napier logaritma cetvelini icat etti.
1618 Johannes Kepler, gezegenlerin Güneş'in çevresinde çizdikleri elips biçimindeki yörüngeleri betimleyen yasaları yayımlar.
1622 Blaise Pascal, babasının vergi hesaplarında kullanması için bir toplama makinesi icat etti.
1668 Isaac Newton ilk aynalı teleskopu yaptı.
1687 Newton'un, evrensel çekim yasalarını formülleştirdiği Principia başlıklı kitabının yayımladı.
1698 Thomas Savery'nin yaptığı ilk buhar makinesi, su altında kalan madenlerdeki suyu dışarı pompalamada kullanıldı.
1752 Benjamin Franklin, yıldırımın elektrikten kaynaklandığını gösterdi.
1783 Marquis de Jouffroy d'Abbans ilk buharlı gemiyi yüzdürdü.
1783 Montgolfier Kardeşler bir sıcak hava balonunu başarıyla uçurdu.
1789 Lavoisier'nin, 33 elementi sıraladığı ve bu elementlerin adlandırılması ile ilgili modern sistemi sunduğu "Kimyasal Adlandırma Yöntemi" yayımlandı.
1796 Edward Jenner, bir çocuğu çiçek hastalığına karşı aşıladı.
1799 Alessandro Volta, ilk elektrik bataryasını yaptı.
1801 İlk denizaltılardan olan Nautilus ilk yolculuğunu tamamladı.
1804 Richard Trevithick raylar üzerinde giden ilk buharlı lokomotifi yaptı.
1826 Fransız fizikçi Joseph Niepce tarihteki ilk fotoğrafı çekti.
1829 George Stephenson, en iyi buharlı lokomotif tasarlama ve yapma yarışmasını kazandı. Rocket adlı bir lokomotif üretti.
1830 İlk dikiş makinesi Fransız terzi Barthelemy Thimonnier tarafından tasarlandı.
1836 Samuel Colt, yaptığı hızlı ateş eden tabanca "altıpatlar" ın patentini aldı.
1837 Isambard Kingdom Brunel, ilk kıtalararası buharlı gemiyi yüzdürdü.
1837 İki İngiliz mucit William Cooke ve Charles Wheatstone ilk elektrikli telgraf makinesini yaptı.
1838 Samuel Morse kendi geliştirdiği Morse alfabesini ilan etti.
1841 Michael Faraday, hareketli bir mıknatıstan elektrik akımı elde etti.
1843 Samuel Morse, telgraf mesajlarında kullanılmak üzere nokta ve çizgilerden oluşan ünlü mors alfabesini icat etti.
1846 Amerikalı bir dişçi bir çene ameliyatında acıyı hissettirmemek için eter kullandı.
1848 İlk yürüyen merdiven, New York'ta turist çekmek için kuruldu.
1849 Çengelli iğne icat edildi.
1857 New York'ta bir dükkân asansörü olan ilk bina oldu.
1860 Belçikalı Etienne Lenoir ilk içten yanmalı motoru yaptı.
1863 İlk metro (yeraltı demiryolu) hattı Londra'da işletmeye açıldı.
1868 Gregor Mendel, bezelye bitkileriyle yaptığı, modern genetik kuramının temellerini oluşturan araştırmalarını bitirdi.
1876 Alexander Graham Bell ilk telefon konuşmasını yaptı.
1877 Edison fonografı icat etti.
1878 Joseph Swan elektrik ampulünü icat etti.
1879 Ernst von Siemens elektrik döşenmiş bir hat üzerinde giden ilk elektrikli treni sergiledi.
1881 Emile Berliner, yassı plaklar kullanan ilk gramofonu yaptı.
1885 Louis Pasteur, bir dizi aşı yaparak, kuduz bir köpek tarafından ısırılmış bir çocuğun yaşamını kurtardı.
1885 Fizikçi Heinrich Hertz elektromanyetik dalgaların varlığını gösterdi.
1889 Edison'un yardımcısı Charles Batchelor sinema filmlerinin seslendirilmesi üzerine deneyler yaptı.
1890 Daimler motor şirketi, dört tekerlekli ve akaryakıtla çalışan otomobil üretimine başladı.
1895 Wilhelm Röntgen, X-ışınlarını buldu.
1898 Valdemar Poulson, modern teybin öncüsü olan bir cihaz yaptı.
1901 İlk radyo transistörünü Marconi geliştirdi.
1902 İtalyan Guglielmo Marconi, Manş Denizi üzerinden radyo dalgalarıyla mesaj iletmeyi başardı.
1903 Amerikalı Wright Kardeşler ilk motorlu uçağın uçuşunu gerçekleştirdi.
1903 Henry Ford, yeni araba fabrikasıyla seri üretim tekniğini getirdi.
1903 Willem Einthoven, kalbin işleyişini kaydeden elektrokardiyografi cihazını icat etti.
1904 John Fleming'in geliştirdiği cam diyotlar radyo cihazlarının vazgeçilmez parçası oldu.
1910 Fransız Henri Fabre, tekerlekleri olmayan ve su üzerinde seyredebilen bir uçak geliştirerek ilk deniz uçağını icat etti.
1911 Marie Curie, radyoaktiflik konusunda kendi başına yaptığı çalışmalardan dolayı Nobel Ödülü aldı; böylece de bu ödülü iki kez alan ilk kişi oldu.
1911 Ernest Rutherford, atomun merkezinde bir çekirdek olduğunu gösterdi.
1919 Einstein, "Genel Görelilik" konusundaki yazısını yayımladı.
1921 Philip Drinker, hastaların solunum yapmasına yardım etmek için "demir ciğer"i icat etti.
1922 İlk mikrofilm tanıtıldı.
1926 John Logie Baird ilk televizyon görüntüsünü başarıyla iletti.
1926 Robert Goddard ilk sıvı yakıtlı roketi fırlattı.
1926 ABD'li Profesör Robert Hutchinson Goddard ilk sıvı yakıtlı roketi geliştirdi. Gaz ve sıvı oksijenle işleyen roket, 12,5 metre yüksekliğe çıktı ve 56 metre yol aldı.
1928 Bugün penisilin dediğimiz bir oluşumun bakterileri öldürmesi Alexander Fleming'in dikkatini çekti.
1933 İki Alman bilim adamı Max Kroll ve Ernst Ruska elektron mikroskobunu yaptı.
1938 Macar mucit Lazlo Biro, bıro da denilen bilye uçlu tükenmez kalemi icat etti.
1938 Amerikalı Chester Carlson ilk fotokopi makinesini icat etti.
1939 İgor Sikorsky adlı bir Rus mühendis tarafından ilk helikopter yapıldı.
1942 Wernher von Braun, Almanya'nın ilk uzun menzilli füzesi olan V-2'yi fırlattı.
1942 Enrico Fermi, ABD'nin Chicago kentinde, nükleer enerjinin denetim altına alınabildiği bir nükleer reaktör yaptı.
1946 John Mauchy ve John Eckert'in geliştirdiği, Amerika'nın ilk elektronik bilgisayarı ENIAC halka gösterildi.
1953 Francis Crick ile James Watson DNA molekülünün yapısını keşfetti.
1957 Sovyetler Birliği tarafından Dünyanın çevresinde dönen insan yapımı ilk cisim Sputnik I fırlatıldı.
1960 Theodore Maiman ilk lazeri yaptı.
1962 Telefon konuşmalarının yanında canlı televizyon görüntülerini de ileten Telstar adlı uydusu fırlatıldı.
1977 Dünyanın tekrar kullanılabilen ilk uzay gemisi olan Uzay Mekiği, ABD tarafından fırlatıldı.
1982 Philips ve Sony şirketleri kompakt diski çıkardı.
1987 İlk sayısal ses bantları (DAT) üretildi.
1990 Yüksek netlikte televizyon (HDTV) yayını ilk kez yapıldı.
|
Hayvanlar Aleminin Bilinmeyenleri
|
*Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.
*Çekirgenin kulağı dizindedir.
*Kuşlara elektrik çarpmaz; çünkü elektrik onların tüyünden geçemez.
*Sinekkuşları, saniyede tam 60 kere kanat çırparlar.
*Kırkayakların aslında hiçbir türünde kırk adet ayak bulunmaz.
arkadaşlar kelebeklerin ayaklarıyla tat aldıklarını biliyormuydunuz
|
Kasırga Nedir ?
|
Kasırga en tehlikeli ve yıkıcı tropik fırtınalardan biridir . Tropik denizlerin sıcak suları üzerinde ortaya çıkar . Çoğu Antil Denizi'nde ve Meksika Körfezi'nde oluşur. Kasırga dönemi genellikle Atlas Okyanusu'nun kuzey kesiminde haziran-ekim arasında, güney kesiminde ise eylülde yaşanır. Bir kasırga su üzerindeki sıcak ve nemli havanın yükselmesiyle başlar. Bu havanın çevresinde girdap gibi dönen güçlü bir rüzgar oluşur. Ardından yağmur bulutları toplanır ve fırtına patlar . Fırtınanın kasırga sayılması için rüzgarın saatte 120 kilometrelik bir hıza ulaşması gerekir . Kasırga durgun bir merkezin çevresinde dev bir girdap gibi döner . ''Kasırga gözü '' denen merkez bölümünde çok az rüzgar ve yağmur görülür . Kasırgaya eşlik eden rüzgar ve yağmur büyük hasara ve can kaybına yol açabilir . Kasırgayla birlikte denizlerde dev dalgalar da oluşabilir . Bunlar bazen kıyı bölgelerini sular altında bırakır.
|
Çekirgeler hakkında bilmedikleriniz
|
Çekirgeler çok gürültücü böceklerdir . Yakın akrabaları cırcırböcekleriyle birlikte tür sayıları 1O bini aşar . Renkleri genellikle yeşil ya da kahverengimsidir . Çekirgelerin üç çift bacağı vardır . Arka bacakları sıçramaya çok elverişlidir. Bazıları bir kerede 1 metre sıçrayabilir . Çoğu arka bacaklarını kanatlarına sürterek ses çıkarır . Cırcırböcekleri ise ses çıkarmak için kanatlarını birbirine sürter . Genellikle erkeklerin çıkardığı bu sesler dişilerin dikkatini çekmeye yarar . Göçmen çekirgeler bazen büyük sürüler oluşturur ve tarım ürünlerine zarar verir
|
Dünya ya En Yakın Yıldızın Adı Nedir?
|
Dünya'ya en yakın yıldız! Proxima Centauri'dir.
|
Güneş Ne Kadar Sıcaktır?
|
"Güneş, Güneş Sistemi’ndeki en büyük gök cismidir. Çok sıcak ve yanmakta olan bazı gazlardan oluşur. Bu nedenle, yüzeyinde her saniyede milyonlarca atom bombası patlamasına eşit güçte patlamalar olur. Bu patlamalarda boyu Dünyamızın büyüklüğünün 40-50 katı olan alevler fışkırır.
Güneş’in dış yüzeyindeki sıcaklık 6000 derece, içindeki sıcaklık ise 12 Milyon derecedir."
|
Ayın diğer yüzü.
|
Dünya'nın kütle çekimi zamanla Ay'ın kendi ekseni etrafında dönüşünü yavaşlatmıştır.Ay'ın kendi ekseni etrafında dönme ve Dünya etrafında dolanma süreleri birbirine eşittir.Bu eş zamanlı dönme nedeniyle bizler sadece ayın bir yüzünü görürüz.Diğer arka yüzünü sadece astronotlar ve uzay sondaları görmüştür.
|
Ay’a Ayak Basan İkinci İnsan Kimdi?
|
"Ay’a ilk ayak basılması sırasında kullanılan, astronot Buzz Aldrin’e ait imzalı bir uçuş veri defteri, New York’taki açık artırmada 222 bin 500 dolara (yaklaşık 370 milyar TL) alıcı buldu. “Swann Galleries” adlı müzayede evinde yapılan açık artırmada, aydan toz lekelerini de üzerinde barındıran, uçuşla ilgili verilerin işlendiği “Data Card Book” (Veri Kayıt Kitabı) adlı not defteri, kimliği açıklanmayan Pennsylvania’lı bir tüccar tarafından 222 bin 500 dolara satın alındı.
Müzayede evinin sözcüsü Caroline Birenbaum, Ay’a ilk ayak basan insan olan astronot Neil Armstrong ile Apollo 11 adlı uzay aracının personeli Aldrin’in, 20-27 santimetre boyutlarındaki 16 sayfalık not defterinde, aracın manevra yapmasına imkan sağlamak için kritik veri değerlerinin kayıtlarını tuttuklarını söyledi.
Satürn-5 roketiyle uzaya gönderilen Apollo 11 aracı, üç günlük yolculuktan sonra, 20 Temmuz 1969’da, Ay Modülü Kartal’ı Ay’a indirmişti. Araç personelinden Michael Collins, Ay yörüngesinde kalırken, Armstrong ve Aldrin Ay’a ayak basan ilk insanlar olmuşlardı."
|
Dünyamızı tanıyalım
|
"Dünya, Güneş sistemindeki dokuz gezegen arasında insanların yaşadığı tek gezegendir . Büyüklük bakımından beşinci sırada gelir. Neredeyse top gibi küre biçimlidir. Çapı 12. 750 kilometre, toplam alanı 510 milyon kilometrekare dolayındadır . Yaklaşık yüzde 29'u karalarla, geri kalanı okyanus ve denizlerle kaplıdır. Dünya'nın iç bölümünde üç ana katman vardır .En içteki bölüme çekirdek denir . Çapı 7 bin kilometre kadar olan çekirdeğin büyük ölçüde nikel ve demirden oluştuğu sanılır . Çok yüksek sıcaklık nedeniyle bu mineraller sıvı haldedir . Ama bilim adamları çekirdeğin ortasında katı bir demir top bulunduğu kanısındadır . Çekirdeği saran, katı kayaçlardan oluşmuş katmana manto denir . Kalınlığı 3 bin kilometreye yaklaşan mantonun üstündeki yerkabuğu da katı kayaçlardan oluşur . Yerkabuğunun kalınlığı kıtaların altında 32, okyanusların altında da 5 kilometre kadardır . "
|
Fil ve Sinek
|
Hantal görünüşlü fil, sırtına konan bir küçük sineğin kendisini ısırmaya çalıştığını fark edebilir.
|
|
Neden banyo yapınca derimiz buruşur?
|
Elimizin iç tarafındaki ve ayaklarımızın altıntaki deri, vucudumuzun öbür kısmlarını kaplayan deriden daha kalındır.Bu deri uzun süre suda kaldığında süngerleşir.Parmağın ucundaki tırnak, parmağın o yöne doğru şişmesini engeller, bu yüzden parmak buruşur.
|
Dinozorlar var mıdır ?
|
Dinozorlar milyonlarca yıl önce yaşamış olan çok iri sürüngenlerdi. Bilim adamları yere gömülü çok sayıda dinozor kemiği buldular . Bunları inceleyerek dinozorlara ilişkin pek çok bilgi elde ettiler . İlk dinozorlar yaklaşık 180 milyon yıl önce yaşadı. O zamanlar Dünya bugüne göre çok daha sıcaktı. Karalar bataklıklarla kaplıydı. Diplodokus gibi bazı dinozorlar bitkiyle besleniyordu. Dört ayağı üstünde yürüyen bu otçul dinozorun uzunluğu 27 metreydi. Bazı ''' dinozorlar da et yiyordu. Etçil dinozorlardan , gorgozor arka ayakları üstünde durabiliyordu. Boyu 9 metreydi. Bu hayvan öbür dinozorları da yiyiyordu. Birçok otçul dinozor etçil dinozorlara karşı zırhlanmıştı. Ömeğin 5,5, metre uzunluğundaki ankilozorun sırtı kemik levhalarla kaplıydı. Bu levhalar düşmanlarını kandırmaya yarıyordu. Çünkü yere çöken ankilozor tıpkı bir kaya gibi görünüyordu. Dinozorların neden yok olduğu belirsizdir . Ama birçok bilim adamına göre Dünya'ya büyük bir göktaşı çarpmış, gökyüzünü saran toz ve duman örtüsü Güneş ışığını engellemiş, önce bitkiler , ardından da aç kalan otçul ve etçil dinozorlar ölmüştü.
|
Mezara niçin çiçek konulur?
|
İlk olarak Mısır Firavunu Tutamkamon'nun milattan önce 1346 da öldüğünde mezarının çiçekten taçlarla kaplandığı saptanmıştır. Kuzey Avrupada ise M.Ö 2000 yıllara kadar mezara çiçek konduğu belirlenmiştir. O zamanlarda bu çiçeklerin amacı iyi ruhları çekme,kötü ruhları kovma amacıylaydı. Sonradan ise asıl amaç cesetler çürürken çıkan kokuyu kamufle etme amacını taşır. Servi ağacı da bu nedenle mazarlıklarda kullanılır. Ağacın yaprakları rüzgarı önler, kendine özgü ferah kokusu vardır. Cenaze törenlerinde siyah giyinmenin amacı da mezarlıklarda hayalletlerden sakınmak amacı taşımaktadır.
|
Dünya’da En Hızlı Uçan Kuş Hangisidir?
|
Dünya’daki en hızlı uçan kuş kartaldır.. Bazı kartallar, havada inanılmaz bir sürat yaparak aşağıya doğru inişe geçerler. Bu dalış esnasında saatte yaklaşık 322 km. hız yaparlar. Büyük kartallar avlarına çok hızlı çarparlar.
|
En büyük kuş hangisidir ?
|
Yürüyen bir kuş olan devekuşu, kuşların en irisidir. Uçan kuşların en irisi Albatros 'tur. Uçarken, kanat uçları arasındaki uzaklık 3 metreyi bulur. Gövdesi en ağır olan kuş da Akbaba dır. En küçük kuş ise, Güney Amerika’da yaşayan Arıkuşu (kolibri) adlı kuştur, bir kaşığın içine sığabilir. Bu minik kuş balözü ile beslenir.
|
Kimler ne icat etti?
|
Akü ..Plante
Vinç..Romalı Vitruvius
Matkap..G. Sommeiller
Arşimed Burgusu..Arşimed
Robot..E. Sperry
Radyoaktivite..A. Becquerel
Radyum..Curie'ler
Ampul..Edison
Asansör..E. Otis
Balon..Montgolfier Kardeşler
Barometre..Toriçelli
Barut(Dumansız)..Schultre
Benzin Motoru..N. Otto
Bisiklet..K. Macmillan- J.K.Starley
Buhar Tribünü..Parsons
Buharlı Gemi(Gelişmiş)..Fulton
Buz Makinesi..Gorrie
Çelik(Paslanmaz)..Brearley
Çimento..Aspdin
Daktilo..C. Latham..
Denizaltı..John Holland
Dinamit..Nobel
Dinamo..Picinotti
Dizel Motoru..Diezel
Dokuma Makinesi..Hargreaves
Dürbün..Lippershey
Fotoğraf(İlk Şekli)..Niepce
Gramofon..Berliner
Hava Pompası..Guricke
Helikopter..Sikorski
Hesap Makinesi..Pascal
Hoparlör..Rice/Kellogg
Jet Uçağı..Ohain
Kağıt İmali(Selülozdan)..Dahl
Karbüratör..Daimler
Kauçuk..Goodyear
Kronometre..Harrison
Lokomatif..Stephenson
Matbaa..Gutenberg
Mikrofon..Berliner
Mikroskop..Janssen
Mors Alfabesi..Samuel Mors
Motosiklet..Daimler
Naylon..Du Pont Laboratuvarı
Neon Lambası..Claude
Otomobil(4 Tekerli)..Benz- Daimler
Paraşüt..Veranzio
Paratoner..Benjamin Franlin
Pikap..Edison
Pil..Volta
Planör..Otto Lilientahi
Projektör..Sperry
Radar..Taylor Ve Young
Radyo..Marconi
Renkli Film..Westcott
Roket..Goddard
Röntgen Tüpü..Coolidge
Sesli Film..Ernst Ruhmer
Sinema Makinesi..Lumiere Kardeşler
Telefon..Graham Bell
Teleskop..Kepler-Galileo-
Televizyon..Baird
Telgraf..Morse
Telsiz Telgraf..Marconi
Termometre..Fahrenheit-Galileo-Celsius-Reaumur
Teyp..Poulsen
Transformatör..Stanley
Uçak..Wright Kardeşler
Zeplin..Kont Von Zeppelin
Dpt..P. Muller
Elektron Mikroskobu..Knoll Ve Ruhka
Geiger Sayacı..J. H. W. Geiger
Hoverkraft..C. Cockerell
İnsülin..Banting Ve Best
Karbon 14 Tarihlemesi..W. F. Willard
Lazer..C.H. Townes
Tükenmez Kalem..L. Biro
Aerosol..Goodhue- Sillivon
Çamaşır Makinesi..Hurley Machine Co.
Elektrik Süpürgesi..Cecil Booth
Uzunçalar..Peter Goldmark
Video..A. Poniatoff
Yalan Makinesi..John Larson
Yol İşaretleri..Perey Shaw
|
Yakamoz nedir ?
|
"Genellikle yanlış bilinen ""Yakamoz"" ayışığının suya, denize vuran yansıması değildir. Yakamoz bir canlıdır, latince ismi Noctiluca Milliaris olan bu canlı, bir biçimde ateş böceğinin denizde yaşayan versiyonudur. Luminisens maddesini vücudunda barındıran bu canlıya dokunulduğunda bir ışık saçar. Bu canlı bir planktondur, yani milimetrik boyutlarda bir canlıdır. Bunlardan milyonlarcası bir araya geldiğinde geceleri bir kayık geçerken, veya bir balık sürüsü geçtiğinde bu canlılara çarparak ışık çıkartmalarına neden olurlar.
O yüzden balıkçı sandallarında yüksek bir direk ve bu direğin ucunda oturulacak bir yer vardır. Gırgır motorlarının köprülerinin çok katlı ve en üst kattan bile kumanda edilebiliyor olmalarının bir sebebi de budur. Balıkçılardan biri buraya oturarak ay olmayan geceleri balıkların yakamoz yaparak geçtikleri yolları görüp dümenciyi oraya yönlendirirler veya doğrudan kendileri tekneye (gemiye) kumanda eder. O yüzden Lüfer avlarken Lüks ışığı kullanılır, ışık balık gelsin diye değil misinanın değdiği, yakamozların çıkardığı ışıktan Lüfer korkmasın diye Lüks ışığı ile yakamoz ışığını öldürmek için kullanılır.
Kelimeleri harcarken yanlışlara düşmeyelim. Esasında Yakamoz (eğer göreniniz varsa bilir) olağan üstü bir şeydir, Yakamoz olduğunda denizde uzun floresan lambalar yanıyormuş gibi olur. Ama bunun için ay ışığı olmaması gerekir. Ay ışığında (daha baskın olduğu için) göremezsiniz. O kadar muhteşemdir ki, o anda tüm romantizm biter sanki uzaylılar gelmiş gibi denize yönelirsiniz. Birde Yakamozlu ve Ay ışıksız gecelerde denize girince pırıl pırıl uzaylı gibi olursunuz. Özellikle gece dalışlarında (scuba) dalış sonrası su yüzeyine çıkınca yakamozlar binlerce yıldız halinde parmaklarınızın arasından büyüleyici biçimde geçerler. "
|
Nil Irmağı hakkında bilmedikleriniz
|
Nil Irmağı dünyanın en uzun akarsuyudur . Afrika'nın kuzeydoğusunda yer alır. Toplam uzunluğu 6.600 kilometreden fazladır . Nil iki ana koldan oluşur. Bunlardan Beyaz Nil dünyanın üçüncü büyük gölü olan Victoria Gölü'nden çıkar. Mavi Nil ise Etiyopya'daki Tana Gölü'nden doğar. İki ırmak Sudan'ın başkenti Hartum ' da birleştikten sonra kuzeye ilerleyerek Sahra'yı ve Mısır'ı aşar. Kıyıya yakın bir delta oluşturan Nil Irmağı, sularını Akdeniz'e boşaltır. Mısır'da Nil'in iki yanında çorak çöller uzanır .Tarım alanları yalnız ırmak kıyılarında bulunur .Nil Irmağı her yıl taşar ve yatağına çekilirken geride verimli topraklar bırakır . Mısır halkının çoğunluğu ırmak çevresindeki dar şeritte yaşar . Eski Mısırlılar tarım yapmalarına ve yaşamalarına olanak veren Nil'e taparlardı. Ülkeye can veren Nil'i ''Büyük Irmak'' adıyla anarlardı.
|
Denize Hasret İki Ülke
|
Dünyadaki tüm ülkeler içinde, kendisinin ve tüm komşularının denize kıyısı olmayan sadece iki ülke bulunmaktadır. Bu ülkelerden biri Liechtestein'dır.Orta Avrupa'daki bu küçük devlete sınırı olan ve denize kıyısı bulunmayan devletler İsviçre ve Avusturya'dır. Bahsettiğimiz özelliğe sahip diğer ülke de Özbekistan'dır. Komşuları;Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan ve Türkmenistan'dır ve denizleri yoktur.(Hazar göl kabul ediliyor).
|
Yumurtanın niçin bir tarafı yuvarlak, diğer tarafı sivridir?
|
Eğerköşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf olurdu. En dayanıklı geometrik şekil küredir ama bu şekildeki yumurta yuvarlanacak olursa nerede duracağı belli olmaz. Yumurta yuvarlanınca düz gitmez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer. Başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani düz bir yerde kaybolması olanaksızdır. Yumurta, tavuğun yumurta kanalında küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar. Yumurtanın şeklinin nedeni de budur. Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları küresel biçimdedir.
|
Türk Tarihinde İlk Kadınlar
|
Avukat:Süreyya Ağaoğlu
Bakan:Türkan Akyol
Büyükelçi:Filiz Dinçmen
Çevirmen ve Roman yazarı:Fatma Aliye Hanım
Danıştay başkanı:Fürüzan İkincioğulları
Dekan:Nüzhet Gökdoğan
Diş hekimi:Ferdane Erbek
Doktor:Safiye Ali
Emniyet Müdürü:Feriha Sanerk
Gazeteci:Selma Rıza
Gök Bilimci:Nüzhet Gökdoğan
Heykeltıraş:Sabiha Bengütaş
Hukukcu:Emine Üngür
Kaymakam:Özlem Bozkurt
Kimyager:Remziye Hisar
Hakem:Lale Orta
Mimar:Cahide Tamer
Muhtar:Gül Esin
Mühendis:Sabiha Gürayman
Polis Memuru:Betül Diker
Ressam:Mihri Hanım
Başbakan:Tansu Çiller
Jet pilotu:Leman Altınçekiç
Tiyatrocu:Afife Jale
|
Gözyaşı ne işe yarar ?
|
"Otomobillerin ön camlarındaki silicileri düşünün. Yağmur yağdığı zaman ya da camlar tozlandığında, siliciler camları temizlerler. Gözlerimizdeki gözyaşı bezlerinin salgıladığı gözyaşı, tuzlu bir sıvıdır. Gözyaşı, göz küresinin kendi boşluğu içinde hareket etmesine yardımcı olur. Üzerine konan tozları ve yabancı maddeleri siler. Gözün nemli ve temiz kalmasını sağlar.Gözyaşının fazlası sürekli olarak solunum sırasında incecik bir kanalla burnumuza akar. Ağladığımız zaman çok olan salgı, gözümüzden akıp, yanaklarımızdan süzülür."
|
Çay hakkında bilmedikleriniz
|
Çay hem bir bitkinin, hem de bu bitkinin kurutulmuş yaprakları haşlanarak hazırlanan bir içeceğin adıdır . Çay bitkisi kendi haline bırakıldığında küçük bir ağaç kadar boylanabilir .Ama yapraklarının kolay toplanabilmesi için sürekli budanarak bir çalı boyunda kalması sağlanır . Genellikle yalnızca her dalın tepesindeki tomurcuk ile onun altındaki iki körpe yaprak toplanır . Daha sonra bu yapraklar birkaç aşamalı bir kurutma işleminden geçirilir . Dünyanın pek çok yerinde çay yetiştirilir . Çay en iyi yüksekçe yerlerde yetişir . Hindistan, Çin, Sri Lanka, Japonya ve Türkiye önde gelen çay üreticisi ülkelerdir. Çay bitkisinin yapraklarından ilk kez bir içecek hazırlayanlar Çinliler'dir. Çay daha sonra Asya'daki öbür ülkelere yayıldı; 17 .yüzyılda da Avrupa'ya getirildi. Çay eskiden Çin ve Rusya'da tuğla gibi bloklar halinde satılırdı. Bazen bu çay blokları para yerine de kullanılırdı. Japonya'da çay özel bir törenle içilir. İngiltere'de de geleneksel bir içecektir .
|
Boğazımız nasıl çalışır?
|
Boğazımızın içinde soluk borusu denilen bir boru vardır.Bu boru havayı ciğerlerimize göndermemizi sağlar.Eğer soluk borumuza kazayla yiyecek kaçarsa soluk alamayıp tıkanabilir.Bu nedenle, biz yutkunurken küçükdil soluk borumuzu kapatır ve yiyeceklerin yemek borusundan aşağıya doğru gidip midemize ulaşmasını sağlar.
|
Gökyüzü Neden Mavidir?
|
"Gökyüzünün mavi görünmesinin tek sebebi kırılma hadisesidir.
Güneş ışınları atmosfere girdiğinde atmosferdeki gaz moleküllerine ve toz parçacıklarına çarparak saçılır. Gün ışığı değişik dalga boylu birçok ışından oluşur. En kısa dalga boylu mavi ışınlar atmosferin üst tabakalarındaki küçük parçacılar tarafından hemen saçılırlar. Fakat kırmız ışık (ki en büyük dalga boylu ışıktır!) saçılmak için daha büyük parçacıklara çarpmak zorundadır.
Gökyüzü açık olduğunda, mavi ışık diğer ışıklara oranla en fazla saçılan ışıktır. Bu yüzden de gökyüzü mavi görünür. Mesela gökyüzü yoğun bulutlarla veya dumanla dolu olduğunda, tüm ışınlar nerede ise aynı oranda saçılır. Bu da gökyüzünün gri renkte görünmesine sebep olur. "
|
1 Nisan şakasının kökeni nedir?
|
1564 yılında Fransa kralı IX Charles, yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe aldı. Daha önce Avrupada yaygın olan yıl başlangıcı Mart 25 idi. O zamanki iletişim şartlarında IX Charles'in bu kararı fazla yayılamadı. Duyanlar ise protesto amacıyla eski adetlerine devam ettiler.1 Nisan'da partiler düzenlediler. Diğerleri ise onları Nisan aptalları olarak nitelendirdiler.1 Nisan'a bütün aptalların günü adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak partilere davet ettiler, gerçek olmayan haberler ürettiler. Yıllar sonra Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kendi kültürlerinin parçası görerek devam ettirdiler. Oradan da bütün dünyaya yayıldı.
|
Dünya’daki En Büyük Elmasın Adı Nedir?
|
Dünyanın en büyük elması olarak bilinen 191 karatlık Işık Dağı ya da Kuh-i Nur adıyla tanınan elmas Hindistan’da bulunmuştur ve bugün, İngiltere Krallık Hazinesi’ndedir. Adı Farsçada Işık Denizi anlamında olan, uçuk pembe renkli, yassı bir taş olan Derya-i Nur elması ise, yaklaşık 185 kırat ağırlığındadır ve bugün İran Milli Bankası’nda saklanmaktadır. Bunlara ilaveten, 1853 yılında Brezilya’da bulunan ve Güney Yıldızı adıyla tanınan 128 karatlık elmasla, Büyük Moğol Elması ve bizdeki 86 karatlık Kaşıkçı Elması, dünyadaki en büyük ve en değerli 22 elmasın arasında bulunmaktadır.
|
Hobi nedir ?
|
İnsanların zevk için uğraştığı şeylere hobi denir. Pul, taş, para türünden bir şeyler toplamak, yani koleksiyonculuk, sevilen bir hobidir . Örgü, nakış, ahşap oyma gibi el becerisi gerektiren işler de hobi olabilir . Gene hobi olarak spor, bahçecilik yapılabilir, hayvan yetiştirilebilir . Hobi keyif veren bir uğraştır. Aynı hobiye ilgi gösterenler bazen , dernek ya da kulüp kurarlar .Hobi para da kazandırabilir . Pul ve para koleksiyoncuları ellerindeki bazı parçaları değiş tokuş eder ya da satarlar .
|
Binbir Gece Masalları
|
"Binbir gece masalları dünyaca ünlüdür. Yüzyıllar boyunca dilden dile dolaşarak günümüze ulaşmıştır. Masalların iki önemli kahramanı baş vezirin kızı Şehrazat ve ülkeyi yöneten sultan Şehriyar 'dır. Şehriyar zalim bir hükümdardır. Her gün bir genç kızla evlenip ertesi sabah onu öldürmektedir. Akıllı ve zeki bir kız olan Şehrazat, buna bir çare düşünür. Şehriyar ile evlenir ve ama her gece bir masal anlatır. Ama masalı hep en ilginç noktasında keserek sultanı merak içinde bırakır. Sultan da masalın devamını dinleyebilmek için her gecenin sonunda Şehrazat 'ın bir gün daha yaşamasına izin verir. Şehrazat 'ın masalları ""bin bir gece"" sürer. Sonunda Şehriyar, Şehrazat 'ı öldürmekten vazgeçer ve ikisi mutlu bir yaşam sürerler."
|
Kar Nedir ?
|
"Kar donmuş su buharı parçacıklarından oluşur. Bunlar havadan buz kristalleri ya da kar taneleri biçiminde düşer . Kar taneleri gerçekte buz kristali kümeleridir . Havadaki sıcaklık donma noktasına geldiğinde, su buharı yoğunlaşarak bir toz parçasının çevresinde buzlaşır ya da çok küçük bir buz kristali biçimini alır . Buz suyun katı ya da kristalli halidir . Saydam, renksiz, kokusuz ve tatsız bir yapısı vardır . Buzlaşma O (sıfır) derecenin altında ortaya çıkar . Birçok maddenin tersine, su donduğunda genleşir, yani hacmi artar. Bu nedenle kaya, yol ve yapı yarıklarında donan su çatlaklara yol açabilir ."
|
Harita nedir ?
|
"Harita yeryüzünün ya da gökyüzünün, küçültülerek düz bir yüzeye geçirilmiş çizimidir. Değişik harita türleri vardır. Kara haritaları Dünya'nın tümünü ya da bir bölümünü gösterebilir. Gök haritalarında yıldızlar , gezegenler yer alır. Deniz haritalarından okyanus ve denizlerin özellikleri öğrenilir. Haritadaki yazılar ülke, kent, ırmak, göl, deniz, dağ gibi yerleri ve yüzey şekillerini belirtir. Haritacılık kesin kurallara bağlı bir bilim ve sanattır. Haritadaki her nokta belli bir yeri temsil eder. Haritalar gösterdikleri alanlardan çok küçük olur. Bunun için ölçek denen bir oran kullanılır. Ömeğin 1/100.000 ölçekli bir haritada 1 santimetrelik uzunluk gerçekte 1 kilometredir. Haritacılar için gerekli bilgileri topograf ve keşifçi denen görevliler toplarlar.
Küre biçimli haritalar Dünya'nın küçük örnekleridir. Kürede eğimli yüzeyler aslına uygun olarak gösterilir. Ama en büyük küreler bile büyük haritalar kadar çok ayrıntı veremez."
|
Okyanus Ne Kadar Derindir?
|
"Dünyanın en derin okyanusu Pasifik okyanusu’dur. 4.637 metredir. Ve en derin noktası ise Marina Çukuru 11.033 metredir.
(Nebel tarafından 24 Mayıs 2005 9:25 ÖS tarihinde degiştiril"
|
Bebeklerin göz renkleri neden değişir?
|
SEVGİLİ ARKADAŞLAR BEBEKLERİN GÖZ RENKLERİ DEĞİŞİRMİŞ.
Yeni doğmuş bir bebek gözlerinin araladığında etrafa bakan o masum gözler ne şirindir değil mi?
yeni doğan bebeklerin gözleri niye lacivert olurki?niye kahverengi mavi ela yeşil olmaz. ben sizlere bunu anlatacağım.
Aslında yeni doğmuş bir bebeğin gözleri renkli değildir.Çünkü doğum esnasında bebeğin gözlerinde renk hücreleri bulunmazmış.Bu nedenle bebeğin gözleri hiçbir ışığı yakalayamaz ve gelen ışığı geri yansıtırmış.Bu yansıyan ışığın rengide mavimsi bi renkmiş.bu
renk bebeğin gözüne vurduğunda gözünün lacivert görünmesine sebep olurmuş.
Bebekler 8-9 aylık olduğunda gerçek göz rengine kavuşurmuş.
|
Ezop kimdir ?
|
"Ezop fabl denen öyküleriyle ünlüdür. Anlattığı öyküler yaşama ilişkin bir öğüt ya da ders
verir. Kahramanları ise hayvanlardır. Ezop'un öykülerinde hayvanlar konuşur ve tıpkı insanlar gibi davranır. Öyküden çıkarılacak ders, sonunda okura öğüt biçiminde verilir . Ezop'un en ünlü öykülerinden biri ''Karınca ile Ağustosböceği"" dir. Karınca yaz boyunca çalışarak soğuk kış günleri için yiyecek toplar. Oysa ağustosböceği geleceği umursamadan gülüp oynar. Kış gelince karıncanın yiyeceği bol, keyfi yerindedir. Ağustosböceğinin ise bir lokma yiyeceği yoktur. Ezop bu öykü ile, ''Gününü gün edeceğine geleceğini düşün '' demek ister. Ezop'un yaşamına ilişkin çok az şey bilinir. İÖ 620'de doğduğu ve Eski Yunan'da zengin bir adamın kölesi olduğu sanılmaktadır. Adının Y unanca biçimi Aisopos 'tur. Öykülerini insanlara hoşça vakit geçirtmek için anlattığı söylenir. Ezop'un öyküleri İÖ
300 dolayında derlenerek yazıya geçirilmiştir. ''Tilki ile Üzümler'' ve ""Çoban ile Kurt"" bunların en ünlüleri arasındadır ."
|
Kas Nedir ?
|
Vücudun ve iç organların hareket etmesini sağlayan dokulara kas denir . İnsan vücudunda çizgili, düz ve kalp kası olmak üzere üç tür kas vardır . İnsanların isteğe bağlı olarak denetleyebildiği kaslar çizgili kas ya da iskelet kası olarak bilinir. Bunlar kol, bacak, bel ve boyun gibi bölümleri hareket ettirmek için kullanılır .Sindirim sisteminde ve öteki bölümlerde bulunan düz kaslar sinir sistemince otomatik olarak Kalbi oluşturan kasların ise miyokart hücrelerinden oluşmuş özel bir dokusu vardır .
|
Duyu organlarımız
|
Canlılar kendilerini ve çevrelerini etkileyen olayları duyularıyla fark ederler. İnsanın başlıca beş duyusu görme, işitme, dokunma, tat ve koku almadır. Bunların dışında basınç ve denge gibi duyuları ile örneğin ağrı ve açlık duymasını sağlayan iç duyuları da vardır . Duyular bir uyarana gösterilen tepkiyle harekete geçer. Örneğin sıcak bir tepsiye dokunmak bir uyarandır .Bu uyaranla harekete geçen duyu, sinirler aracılığıyla beyne bir haber iletir .Beyin de aldığı haberi çözerek, örneğin tepsinin sıcak olduğunu anlar .
|
Işık Nedir ?
|
Işık, görmemize olanak veren bir enerji biçimidir . Saniyede yaklaşık 300 bin kilometre hızla, dalgalar halinde yol alır . Güneş en önemli ışık kaynağıdır . Güneş ışığı olmadan dünyada hiçbir canlı yaşayamaz. Dünyayı ısıtan, besinlerin üretilmesini, solumamız için gerekli havayı sağlayan Güneş ışığıdır . Yakıtların oluşması da Güneş ışığına bağlıdır . Bundan milyonlarca yıl önce ölen bitkiler Güneş ışığının enerjisini depolamıştı. İnsanlar bugün petrol, kömür ve doğal gaz yaktığında bu depolanmış enerjiyi kullanmaktadırlar . Elektrik ışığı yapay bir ışık kaynağıdır . Ama doğal ya da yapay her türlü ışık atom denen parçacıklardan gelir . Atomlar enerji yüklüdür . Enerji parçacıklarına foton denir . Işık, elektromanyetik ışınım (radyasyon) üreten fotonlardan oluşur . Işık görülebilir . Oysa radyo dalgaları ve X ışınları gibi öteki elektromanyetik ışınım türleri gözle görülemez.
|
İnsan sesi nasıl oluşur ?
|
Başta insan olmak üzere bütün omurgalılar ağız, akciğerler ve ses tellerini kullanarak ses çıkarır. İnsanın sesi konuşmasına, şarkı söylemesine, mırıldanmasına, bağırmasına olanak verir. İnsan sesinin oluşması için önce akciğerlerden gelen hava soluk borusuna dolar ve buradan dışarı çıkar. Soluk borusunun üst bölümünde gırtlak yer alır. Gırtlakta ses telleri bulunur. Sert lifleri andıran ses telleri tıpkı bir kemanın telleri gibi iş görür. Akciğerlerden gelen havayla titreşir ve insan sesinin çıkmasını sağlarlar. İnsanlar gırtlak kasları, ağız, dudak ve dişlerinin yardımıyla bu sesleri sözcüklere
|
Isı Nedir ?
|
Isı bir enerji biçimidir . Bütün maddelerin içindeki atom ve moleküllerin sürekli hareketiyle ortaya çıkar. Atom ve moleküller ne kadar hızlı hareket ederse, madde ya da nesne de o kadar çok ısınır . Atom ve moleküllerin hareketi birkaç yoldan hızlandırılabilir . Bunlardan biri kimyaşal tepkimedir .Örneğin bir yakıt yandığı zaman bir kimyasal tepkime gerçekleşir. Bir başka hızlandırıcı da sürtünmedir . İki cismi birbirine sürterek ısı üretilebilir. Isı ile sıcaklık aynı şey değildir . Bir nesnenin sıcaklığı, onun ne kadar soğuk ya da sıcak olduğudur . Sıcaklık termometre ile ölçülür . Isı ise sıcaklık farkı sonucunda bir nesnenin bir başka nesneye aktardığı enerjidir . En çok kullanılan ısı ölçü birimi kaloridir . Bir kalori, 1 gram suyun sıcaklığının 1 derece yükseltilmesi için gerekli ısı miktarıdır . Buna gram-kalori de denir. Besinlerdeki enerji miktarı kilogram-kaloriyle ölçülür. Yani besinin bir kalorisi dendiğinde 1.000 gram-kalori anlaşılır .
|
Hücre nedir ?
|
Neredeyse bütün canlılar hücrelerden oluşur. Hayvanların da, bitkilerin de hücreleri vardır . Bazı çok küçük canlılar tekhücrelidir . İnsan vücudunda milyarlarca hücre vardır . Bakteri gibi bazı hücreler öylesine küçüktür ki, ancak mikroskop altında görülebilir . Bir hücrenin başlıca üç bölümü vardır . Hücre zarı, hücrenin tümünü kuşatır . Su, oksijen ve besin hücre zarından hücreye girer . Atıklar da gene hücre zarından dışarı atılır . Sitoplazma, hücrenin iç bölümüdür . Yeni hücre yapmakta kullanılan malzemeyi üretir . Çekirdek, sitoplazmanın merkezinde yer alır. Yuvarlak ya da yumurta biçimlidir. Hücrenin gelişmesini denetler; özelliklerini belirler . Hücrenin kromozomları çekirdekte bulunur. Kromozomlardaki genler bitkinin ya da hayvanın kalıtsal özelliklerini belirler; yani gelişme sürecinde anne babasına benzemesini sağlar .Yaşlı hücreler ölürken, bunların yerini yenileri alır . Hücrelerin bölünerek çoğalması sürecine hücre bölünmesi denir .
|
Fabl nedir ?
|
"Fabl içinde bir ders ya da öğüt bulunan bir öyküdür. Yazar genellikle bu dersi öykünün sonunda, ''Gülme komşuna, gelir başına,'' gibi bir cümleyle özetler. Fablların kahramanları genellikle havyanlardır. Ama bu hayvanlar insanlar gibi düşünür , konuşur ve tıpkı insanlar gibi davranır. Dünyanın en ünlü fabl yazarları Ezop ve Jean de La Fontaine'dir (Jan de La Fonten okunur). Ezop'un fablları İÖ 3oo 'de derlenerek yazıya geçirilmiştir. La Fontaine 17. yüzyılda yaşamış bir Fransız yazardır. İlk fabl kitabını 1668'de yayımlamış, toplam 12 fabl kitabı yazmıştır. La Fontaine'in fablları şiir biçimindedir. La Fontaine, Ezop ve başka yazarlardan esinlenmiş, ama bu öyküleri kendine özgü bir biçimde anlatmıştır. Fabl sevilen bir öykü türüdür. Eski çağlardan günümüze değin birçok yazar bu tür öyküler yazmıştır . ABD'li J ames Thurber ve İngiliz George Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır."
|
Efsane nedir ?
|
Yıllarca gerçekten olmuş gibi kuşaktan kuşağa aktarılan öykülere efsane denir . Efsanede anlatılan olaylar bazen hayali olabilir . Ama efsaneler çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanır. Bu öykülerin çoğu kahramanca işler yapmış kişilerle ilgilidir . Eski Yunanlı şair Homeros İlyada ve Odysseia adlı destanlarında krallara ve kahramanlara ilişkin efsanelerden yararlanmıştır . Kral Arthur ve şövalyeleriyle ilgili birçok öykünün kaynağı efsanelerdir . Gerçek bir kişinin yaşamına dayanan Köroğlu adlı halk öyküsü de çeşitli efsanelerle karışmıştır . Efsaneler bir bölge ya da halkın kültüründe önemli yer tutar. Mitolojiyle de yakından ilişkilidir.
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
İlk radyo 1900 yılında yapıldı.
İlk motorlu uçuş 1903 yılında yapıldı
Piyasaya ilk otomobili 1908 yılında Ford firması sürdü
Norveçli kaşif Ronald Amudsen 4 arkadaşı ile 1911 yılında 54 köpeğin çektiği kızakla
Güney kutbuna ulaştı.
Kıtalar arası ilk telefon konuşması 1915 yılında yapıldı
Traktörler 1918 yılında piyasaya çıktı.
İlk buzdolapları 1920 yılında satışa sunuldu.
İlk sesli filmler 1928 yılında çevirildi.
1928 yılında penisilin bulundu.
1934 yılında naylon bulundu.
1935 yılında Radar icat edildi.
1939 yılında ilk helikopter uçuşu gerçekleştirildi.
İlk TV yayınları 1940 yılında ABD’de yapıldı.
İlk bilgisayar 1946 yılında yapıldı.(30 ton ağırlığında)
1946 yılında roket takviyeli olduğu için,sesten hızlı uçak yapıldı.
4 Ekim 1957 yılında Spuntik-1 isimli uydu atmosfer dışındaki yörüngesine oturtuldu.
İlk lazer 1960 yılında üretildi.
İnsanlı ilk uzay yolculuğu 12 Nisan 1961 yılında ,Rusların fırlattığı Vostak-1 uzay aracıyla yapıldı ve uzaya çıkan Yuri Gagarin dünyanın çevresini 108 dk dolaştı.
1967 yılında ilk kalp nakli gerçekleştirildi.
21 Temmuz 1969 yılında ABD’li astronotlar Neil Amstrong ve Edwin Aldrin Aya ayak bastı.
İlk kişisel bilgisayar 1981 piyasaya sürüldü.
GEREKLİ BİLGİLER
Soğanları musluğun altında soyarsanız,hem elleriniz kokmaz hem de gözleriniz yaşarmaz.
Vücudumuzda bulunan yağ ile yedi tane büyük sabun yapabiliriz.
Vücudumuzdaki karbonları kullanılır hale getirebilsek, 9 bin kalem yapabiliriz.
Vücudumuzda,2.200 kibrit yapabilecek kadar fosfor,5 cm boyunda bir çivi yapabilecek kadar da demir var.
Vücudumuzda 70 ile 100 tirilyon arası hücre vardır .
Vücudumuzda yaklaşık 150.000 km uzunluğunda damar vardır.
Kulağımız ancak, frekansı 20 ile 20.000 arasındaki sesleri duyabilir.
Gözümüz,dalga boyu 450 ile 800 arasındaki ışınları görebilir.
Tarihte kullanılan ilk maden,bakırdır.
Fatih Sultan Mehmet’in hocası Ak Şemsettin,Pasteur’dan tam 400 sene önce mikroptan bahsetmiştir.
Fatih Sultan Mehmet: Türkçe,Rumca,Slavca,Arapça,Farsça, İbranice ve Kaldenice dillerini bilmekte ve konuşmakta idi.
İlk parayı günümüzden 2600 yıl önce Lidyalılar kullanmıştır.
Saniyenin yüzde biri kadar bir süre içinde 100 km hıza ulaşan pire,bir mermiden daha hızlıdır.Ayrıca pire,havada iken bir saniyede 70takla atmakta ve her takla atışından sonra 6 ayağının üzerine düşmektedir.
Balıklar gözleri açık olarak uyurlar .
En yavaş uzayan tırnak baş parmak tırnağı,En hızlı uzayan tırnak ise orta parmaktır.
Açık bir gecede 2000 adet farklı yıldızı çıplak gözle görebiliriz .
Kaktüsler,yılda sadece bir litre su harcar,bu suyu da havadaki nemden karşılar.
Bir damla kanda, yaklaşık 100 milyon kan hücresi vardır. Her saniye 2 milyonu aşkın kan hücresi yok olur, yerine yenileri üretilir.
İnsan saçındaki tek bir tel 3 kilo ağırlığı kaldırabilir
İnsan beyninin sağ tarafı sosyal,sol tarafı ise sayısal bilgileri daha iyi alır.Sevinip üzüldüğümüz zaman beynimizin sağ tarafını kullırız.
Bir kilo limonda ,bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır .
Keops piramidinin yapımında ,her biri 2.5 ton ağırlığında 2 milyon 300 adet taş kullanılmıştır.
Güneşin çapı dünyamızdan 100,büyüklüğü ise 330 bin kat daha büyüktür.
21 Mart ve 23 Eylül günü ,gece ve gündüzün uzunlukları eşittir.
Gözbebeğimiz, bol ışıklı ortamlarda küçülürken ışığın az olduğu yerlerde büyür.
En uzun rüya birkaç saniye sürer .
Ay yaklaşık olarak 382.000 km uzaklıkta dünyamızın etrafında döner.
Ay üzerinde güneş tam tepedeyken sıcaklık 117 derece ,güneş batarken 14 derece,gece ise
-163 derece civarındadır.
Bazı güvercin türlerini 1500 km uzağa götürseler bile geri dönüp yuvalarını bulabilirler.
Kekik ağızda çiğnenirse diş ağrısını geçirir.
Yeryüzünde en fazla ekilen bitki buğdaydır.
Kanada ,kızıl derili dilinde “Büyük Köy “anlamına gelmektedir.
Hava atmosferde yükselirken ,her yüz metrede 1santi grat derece düşer,inerken ise her yüz metrede 2 derece artar.
Çevresini kaplayan atmosfer olmadığı için ,aydan bakınca gökyüzü simsiyah görünür.
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 6 ziyaretçikişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
|
|