Edebiyat Öğretmeni
  Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı(Tanzimat.Servet-i Funun,Milli Edebiyat Dönemi, 1940 Sonrası Dönem)
 

BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI

1839 tarihinde Tanzimat Fermanı’nın okunmasıyla başlayan süreç edebiyatta kendini 1850-1860 yıllarında gösterir. O yıllarından günümüze kadar süren edebiyatımızı Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı olarak adlandırmaktayız. Üç döneme ayrılır. :

               TANZİMAT EDEBİYATI

1860’ta Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayımlanmasıyla başlar, 1896’ya kadar sürer. Sarsıntılar geçiren Osmanlı İmparatorluğu durumunu kurtarmak için, ordudan başlayarak ıslahat ve devrim hareketlerine girişiyordu. 3. Selim, 2. Mahmut, Abdülmecit dönemleri böyle geçmiştir.

Bu ortamda Batıcı ve yenilikçi olan şair ve yazarlar, sanatlarını toplum için kullandılar. Fransız kültürünün etkisindeydiler, romantik ve ülkücüydüler. Çok yönlüydüler: şair, romancı, tiyatro yazarı vb. Sanattan çok, fikir ve ülkü peşindedirler; zulme, haksızlığa karşı savaş açarlar. Vatan, millet, hürriyet, adalet, meşrutiyet kavramlarını heyecanla savunurlar. Daha geniş kitlelere seslenebilmek için, dilde sadelik yanlısıdırlar. Hemen hepsi politikacı ve mücadele adamıdırlar. Divan şiirini yıkmaya çalıştılar. Ancak içinde yetiştikleri kültürün dışına fazla çıkamadılar. Şiirde konuyu değiştirdiler ancak şekil ve ölçüde Divan şiirini devam ettirdiler. Tanzimat ikinci döneminde realizmin etkisi görülür. Şiirde konu birliğini sağladılar. Aruzla yazdılar. Düzyazı dilini şiire uyguladılar. Roman, hikâye, makale gibi batılı türler, edebiyatımıza bu dönemde girdi. İlk Tanzimatçılar, Divan şiirinin nazım biçimlerini kullandılar.

Tanzimat Dönemi Sanatçıları:

Şinasi (1826-1871): 1860’ta Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkararak yeni bir edebiyatın önderi olmuştur. Toplum için sanat anlayışını benimseyen sanatçı, dilin süs ve özentiden kurtulup sadeleşmesi için çalışmıştır. Basılan ilk tiyatro eserini yazan sanatçı, aynı zamanda edebiyatımızda hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramları kullanan ilk kişidir. Edebiyatımızda akılcılığın ilk önderi sayılan Şinasi, noktalama işaretlerini edebiyatımıza kazandıran bir sanatçıdır.

Eserleri: Şair Evlenmesi (tiyatro), Tercüme-i Manzume (çeviri şiirler), Müntehabat-ı Eşar (şiir), Durub-ı Emsal-i Osmaniye (atasözleri).

 Namık Kemal (1840-1888): İlk şiirlerini Divan şiirinin etkisiyle yazan sanatçı Şinasi’yle tanıştıktan sonra edebiyatın Batılılaşması gerektiğine inanır ve sonuna kadar da bu düşünceyi savunur. Daha çok hak, adalet, vatan, ahlak gibi temaları işler. İçerik olarak tamamen yeni olan şiirlerinde biçimsel olarak Divan edebiyatına bağlılık görülür. Hece ölçüsüyle denemeler yapmasına rağmen aruzu kullanmıştır. Tiyatroyu faydalı bir eğlence olarak kabul eden sanatçı, bu türde romantik dramların etkisindedir. Tiyatro eserlerinde teknik yönden yetersiz olan sanatçı kimi kez günlük konuşma dilini kullanır, kimi kez de süslü bir anlatıma başvurur. Romanlarında Batılı tekniğe uyma çabasındadır. Ancak tekniği sağlam değildir. Kahramanları romantizmin etkisiyle iyiler ve kötüler olmak üzere ayrılmıştır. Konuşma yerlerinde dil nispeten yalınken, betimlemelerde “sanatkârane”dir. Aynı zamanda gazeteci olan Namık Kemal mücadeleci bir kişiliğe sahiptir.

Romanları:     İntibah, Cezmi

Oyunları:    Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Celalettin Harzemşah, Karabela

Eleştirileri:    Tahrib-i Harâbât, Takip

 Ziya Paşa (1825-1880): Şiirleri içerik ve biçim açısından Divan edebiyatının özelliklerine uygunluk gösterir. Ancak hak, adalet, kanun gibi kavramları o da kullanmıştır. Batılılaşmada şiirlerinden çok düşünceleriyle önem taşır. Hece ölçüsüyle de denemeler yapmıştır. En ünlü eseri “Terkib-i Bent”idir.

            “Harâbât” adlı Divan şiiri antolojisinin önsözündeki düşünceleri nedeniyle Namık Kemal’in eleştirilerine hedef olmuştur.

 Ahmet Mithat (1844-1912): Batılı roman ve hikaye tekniğiyle Türk halk hikayelerini uzlaştırmaya çalışan sanatçı halka seslenmeyi ve eserlerinde halkı eğitmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle sık sık olayların akışını keserek okuyucuya seslenmiştir. Teknik bir kaygı gütmeyen sanatçı, dönemin en çok okunan yazarıdır. Halka okuma alışkanlığı kazandırma konusundaki başarısı herkesçe kabul edilir. Genel olarak romantizmin etkisindeki sanatçı hemen her türde eser vermiştir. Halka seslenmeyi amaçladığı için de nispeten daha sade ve yalın bir dil kullanmıştır.

            Kırktan fazla romanı, pek çok öyküsü ve tiyatro eseri olan sanatçının önemli eserleri şunlardır:

 Romanları:  Hasan Mellah Hüseyin Fellah, Felatun Bey’le Rakım Efendi, Yeryüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında.....

Öyküleri:   Yeniçeriler, Letaif-i Rivayât (seri hikâyeler)...

Oyunları:     Çerkez Özdenler, Çengi...

 Ahmet Vefik Paşa : Milliyetçilik ve Türkçülük akımlarının ilk büyük temsilicisidir. Moliere komedilerinden yaptığı 16 çeviri ve uyarlamayla, Türk tiyatrosuna önemli hizmetler etti.

Eserleri: Lehçe-i Osmani, Şecere-i Türk, Moliere’den Zor Nikah, Meraki, Azarya, Zoraki Takip.

 Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914): “Güzel olan her şey şiirin konusu olabilir” ve “şiir ahlakla hizmet etmek zorunda değildir” düşüncesinde olan sanatçı daha çok aşk ve doğa konularını işler. Şiirlerinde romantizmin etkisinde olan Ekrem, yanlış batılılaşmayı ele aldığı “Araba Sevdası” adlı romanında realist bir tutum izlemeye çalışır. Sanatçının eski edebiyat taraftarlarıyla olan tartışmaları ünlüdür. Servet-i Fünuncuları bir araya toplayarak Servet-i Fünun hareketine önderlik etmiştir. Sanat için sanat anlayışına bağlı olan sanatçının dili yabancı sözcük ve tamlamalarla doludur.

Şiirleri:  Nijat Ekrem, Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebab,Zemzeme (I, II, III)

Oyunları:  Çok Bilen Çok Yanılır, Vuslat, Afife Anjelik

Hikayeleri:Muhsin Bey, Şemsâ

Roman: Araba Sevdası

 Abdülhak Hamit Tarhan (1892-1937): Edebiyatımızda “Şair-i Azam” olarak adlandırılan sanatçı eskiyi yıkan ihtilalci kişiliğiyle tanınmıştır. Sanat için sanat görüşünde olan Hamit, romantizmin etkisindedir. Şiirlerinde ölüm konusunu işlemiştir. Oyunlarında tekniğe önem vermeyen sanatçı, bunları okumak için yazdığını söyler. Bunların bir kısmı manzum, bir kısmı düzyazıdır.

Şiirleri: Sahra-i Belde veya Divaneliklerim, Makber, Ölü, Hacle, Garam, Validem, İlham-ı Vatan...

Oyunları:  Macera-yı Aşk, Sabr ü Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Tarık,  Zeynep, Finten, İlhan, Turhan, Hakan (Ayrıca hece ölçüsüyle ve  manzum olarak yazdığı iki oyunu da vardır: Nesteren ve Liberte)

 Samipaşazade Sezai (1860-1936): Gerçekçi yaklaşıma sahiptir. En çok “Sergüzeşt” adlı romanıyla tanınır. Öykülerini “Küçük Şeyler” adlı kitapta toplamıştır.

 Nabizade Nazım (1862-1893): Realist-natüralist bir anlayışı benimseyen sanatçının iki önemli romanı “Karabibik” ve “Zehra”dır. Karabibik ilk köy romanı olarak da anılmaktadır

SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI (EDEBİYAT-I CEDİDE) (1896-1901)

 Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedide devri, Türk edebiyatında 1860’tan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin kesin sonucunu (Batı edebiyatının lehine) belirleyen aşamadır. Gerçekten yoğun ve dinamik çalışmalarla geçen bu kısa dönem sonunda Türk edebiyatı, gerek anlayış, gerek içerik, gerekse teknik bakımdan tamamıyla Batılı bir nitelik kazanmıştır.

Bu döneme Servet-i Fünun adının verilmesi bu edebi hareketin Servet-i Fünun dergisinde gerçekleşmesindendir. Aslında önceleri “fen” konularını ele alan bu derginin yazı işleri müdürlüğüne Tevfik Fikret’in getirilmesiyle dergi, bütünüyle bir edebiyat dergisi haline gelir (7 Şubat 1896).

Divan edebiyatına karşı kurulmasına çalışılan Avrupai Türk edebiyatını ifade için kullanılan “Edebiyat-ı Cedide” (yenilikçi edebiyatçıları) teriminin bu harekete ad olması ise, hareketin bu terimi bütünüyle benimseyip, kendi hakkında da sıkça kullanmasındandır.

Bu hareketin 1901 yılında, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalesinin II:Abdülhamit yönetimince kışkırtıcı bulunarak, derginin kapatılmasıyla son bulduğu kabul edilir.

 Genel Özellikleri

1) “Sanat için sanat” ilkesine bağlıdırlar.

2) Cümlenin dize ya da beyitte tamamlanması kuralını yıkmışlar ve cümleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Beytin cümle üzerindeki egemenliğine son verirler. Cümle istediği yerde bitebilir.

3) Servet-i Fünuncular aruz ölçüsünü  kullanırlar. Ancak aruzun dizeler üzerindeki egemenliğini de yıkarak, bir şiirde birden çok kalıba yer vermişlerdir.

4) Onlar “her şey şiirin konusu olabilir” görüşünü benimsemişler; fakat dönemin siayasal baskıları nedeniyle aşk, doğa, aile hayatı ve gündelik yaşamın basit konularına eğilmişlerdir.

5) Şiirde ilk defa bu dönemde konu bütünlüğü sağlanmıştır.

6) “Sanatkârâne üslup” ve yeni bir “vokabüler” (sözvarlığı) yaratma kaygısıyla oldukça ağır bir dil kullanmışlardır.

7) “Kafiye kulak içindir” görüşünü benimserler.

8) Şiirde üç değişik biçim kullanmışlardır.

            a) Divan edebiyatından alıp, türlü değişikliklerle kullandıkları müstezat (serbest müstezat)

            b) Batı’dan aldıkları “sone” ve “terza-rima”

            c) Bütünüyle kendi yarattıkları biçimler

9) Şiirde olduğu gibi romanda da (devrin siyasal baskıları nedeniyle) sosyal konulardan uzak dururlar.

10) Romanda, romantizmin kimi izleri bulunmakla birlikte genel olarak realizme bağlıdırlar.

11) Romanda da dil ağır, üslup sanatkâranedir.

12) Yazarlar daha çok yaşadıkları ortamı anlatma yoluna gittikleri için konular, İstanbul’un çeşitli kesimlerinden alınmalıdır.

13) Betimlemeler gözleme dayalıdır ve nesneldir.

14) Bu dönem sanatçıları, devrin siyasal baskıları nedeniyle gazetecilik, tiyatro gibi alanlara pek fazla eğilmemişlerdir.

               Servet-İ Fünun Döneminin Önemli Sanatçıları

 Tevfik Fikret (1867-1915): Şairin, Batılı sanat anlayışını benimsemesindeki en önemli neden lisede edebiyat öğretmeni olan Recaizade Mahmut Ekrem’den etkilenmesidir.

Sanat yaşamı iki ayrı dönem içerisinde incelenebilir. Birinci dönem Servet-i Fünun hareketinin içinde bulunduğu dönemdir. Bu dönemde “sanat sanat içindir” anlayışıyla ürünler vermesine karşın, yine de toplumsal konuların sınırını (dönemin siyasal yapısına rağmen) zorlamıştır.

İkinci dönemde ise (1901’den sonra) toplumsal konulara yönelmiş, “toplum için sanat” anlayışıyla ürünler vermiştir.

Türk edebiyatının Batılılaşmasında en büyük pay Tevfik Fikret’indir. Şiirleri hem biçim hem de içerik olarak yenidir. Parnasizmden etkilendiği açıkça görülür. Müstezadı, serbest müstezat yapan, nazmı düzyazıya yaklaştıran, beytin, aruzun egemenliğine son veren hep Fikret’tir.

En büyük özlemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çağdaş medeniyet düzeyine yükselmesidir. Bunu da Batı’daki fen ve teknolojinin ülkeye kazandırılmasıyla gerçekleşeceğine inanır. Ona göre en önemli varlık insandır. Onların özgürlüklerini ve haklarını savunur. Dinlerin, savaşlara kaynaklık etmesi nedeniyle dinleri bu yönüyle eleştirir. Ülkenin geleceğini gençlikte görür, onlara ve çocuklara büyük bir sevgi ve içtenlikle yönelir. Çocuklar için ilk kez şiirler yazan sanatçıdır.

Ayrıca şair, aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulayan üç büyük sanatçıdan biridir (Diğer şairler Yahya Kemal ve Mehmet Akif’tir)

Eserleri: Rubab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri; Şermin (Çocuklar için hece ölçüsüyle yazdığı şiirler).

Halit Ziya Uşaklıgil(1866–1945): Gerek sağlam roman tekniğinin öncülüğü, gerekse realizmin ilk olgun ürünler vermesi bakımından Türk edebiyatına roman ve hikaye alanında büyük katkısı olan sanatçıdır. Anlatımının söz oyunlarıyla yüklü, dilinin oldukça ağır olmasına rağmen yazar, ilginç tipler bulmakta, başarılı ruhsal çözümlemeler yapmakta ve nesnel kişi, çevre betimlemelerinde oldukça ustadır. Konularını İstanbul’un çeşitli kesimlerinden seçer, ancak sosyal sorunları ele almak gibi bir amacı yoktur. Gözleme çok önem verir. Romanlarının konularını genellikle aydı tabakanın hayatından alan Halit Ziya, hikâyelerinin önemli bir kısmında halk tabakasının insanlarını, onların yaşayış, adet ve inançlarını anlatmıştır.

Romanları: Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar

Öyküleri: Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Hepsinden Acı, Aşka Dair, Kadın Pençesi, İzmir Hikayeleri.....

Oyunları:  Kâbus, Füruzan (adapte), Fare (adapte)

Anıları:Kırk Yıl, Saray ve Ötesi, Bir Acı Hikaye

Sanat ve Edebiyat Üzerine Yazdıkları:  Sanata Dair

Cenap Şahabettin (1870-1934): Tıp öğrenimi için gittiği Fransa’da edebiyatla ilgilenmiş ve sembolizmden etkilenmiştir. Ancak sembolizmi kavramakta yetersiz kalmış, şiirlerinde bol bol istiare kullanmış ve ses uyumuna dikkat etmiştir. Ağır bir dil ve süslü anlatım en belirgin özellikleridir. Şiirlerinde aruzun birden fazla kalıbına, genellikle de karışık kalıplarına yer vermiştir. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan şair Milli Edebiyat’la başlayan dilde sadeleşme çabalarına karşı çıkar. Aşk ve doğa en çok işlediği konulardır.

Eserleri:

Gezi: Hac Yolunda, Suriye Mektupları, Avrupa Mektupları

Makale ve Denemeleri: Evrak-ı Eyyâm, Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri

Oyun: Körebe, Yalan

 Mehmet Rauf (1875-1931): Yapıtlarında ruhsal çözümlemelerde yoğunlaşan sanatçı sosyal çevreyle ilgilenmez. İlk başarılı psikolojik roman kabul edilen “Eylül” ile tanınmıştır.

 Eserleri: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Pençe (tiyatro)

 Şiirde, Hüseyin Siyret, Hüseyin Suad, Ali Ekrem, Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Faik Ali, Celal Sahir; hikaye ve romanda,  Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet; eleştiri, Ahmet Şuayb Servet-i Fünun döneminin diğer sanatçılarıdır.

               DÖNEMİN BAĞIMSIZ SANATÇILARI

 Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944): Servet-i Fünun şiirinde yalnız nazım şekillerini ve halk şiirinden de yalnız ölçüyü (hece) alan ve dili Türkçeleştirmek iddiasıyla yapay bir dil yaratan Mehmet Emin, Türk edebiyatında “Milliyetçilik” akımının ilk temsilcisi sayılır. Şiirlerinin tamamında sosyal sorunlara eğilen şairde, bu nedenle didaktizm lirizme ağır basar.

Hece sayısı bakımından uzun olan ölçüleri kullanan şair, söyleyişte nesre yaklaşmıştır.

Servet-i Fünun, Çocuk Bahçesi, Türk Yurdu dergilerinde yayımlanan şiirleri, “Türkçe Şiirler”, “Türk Sesi”, “Ey Türk Uyan” gibi kitaplarda toplanmıştır.

 Mehmet Akif Ersoy (1873-1936): “Ümmetçi” bir şair olarak tanınan Mehmet Akif aynı zamanda “halkçı” ve “milliyetçi” kişiliğiyle tamamen toplumcu bir şair olarak çıkar karşımıza. Türk şiirine gerçek realizmin Akif ile girmiş olduğundan şüphe edilemez. Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük bir tasvir ev hikaye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bitin canlılığını taşıyan bir üslubu da eklemek gerekir. Ancak Akif’in dili bir bütün değildir. Tasvirlerinin dışında kalan birçok şiirinde dil, konuşma dilinden ayrılır, Osmanlıcanın sınırları içine girer.

Ölçü olarak sadece “aruz”u kullanan şair hece ölçüsünü hiç kullanmadı. Nazım şekilleri konusunda ise Divan nazmının şekillerini tercih eder ve bunlar arasında en çok mesnevi şeklini kullanır. Çoğu zaman nazmı, nesre yaklaştıran şair, Türkçeyi aruza ustalıkla uydurmuştur.

Mehmet Akif’in ilk kitabı “Safahat”tır. Daha sonra yazdığı “Süleymaniye Kürsüsünde” “Hakkın Sesleri”, “Fatih Kürsüsünde”, “Hatıralar”, “Âsım”, “Gölgeler” bir araya getirilerek “Safahat” adı ile yayımlanmıştır.

 Hüseyin Rahmi Gürpınar(1861–1944): Servet-i Fünun romanının gözde olduğu devirde Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat’ın popüler roman çığırını tek başına ve büyük bir kudretle devam ettiren tek şahsiyettir.

Hüseyin Rahmi, Türk romanındaki ilk izlerinde 1885’ten sonra rastlanan Fransız natüralizminin ilk büyük temsilcisidir. Romanlarındaki kahramanları daima karakterlerinin ve sosyal çevrelerinin birer ortak ürünü olarak ele alan, onların psikolojik kişiliklerini irsiyete ve sosyolojik kişiliklerini de içinde yetiştikleri cemiyetin şatlarına göre değerlendiren romancı, bu yöntemi ile olduğu kadar, realiteyi hem iyi hem de kötü yönleriyle olduğu gibi vermek konusundaki titizliği ile de tam bir “Natüralist” tir.

Onu natüralistlerden ayıran nokta, eserlerinde sosyal eleştiriye olabildiğince çok yer vermesidir. Hâlbuki natüralizmin sosyal eleştiriye yönelik hiçbir kaygısı yoktur.

Hüseyin Rahmi’deki sosyal eleştiri ise daha çok mizah yoluyla yapılır. Bunun için de genellikle anormal durumda olan karakterler ele alınır. Karakterlerdeki anormallikler ise huy (aptallık, cinsi sapıklık, şöhret düşkünlüğü), ahlak (menfaat düşkünlüğü, haksız kazanç peşinde koşma), kültürel (dini tutuculuk, batıl inançlara bağlılık, Batı taklitçiliği) yönleriyle gülünçtür.

Bu yaklaşım doğal olarak romana çeşitli karakterlerin dünyayı ve yaşamı görüş açısını, dini inançlarını, yaşayış ve giyiniş şekillerini, adetlerini, görgülerini de getirir ve böylece roman bir “Töre” romanı olarak ortaya çıkar. Özetle, büyük ve sabırlı bir gözlemci olan Hüseyin Rahmi’nin, olayları hep İstanbul’da geçen romanları, gerçek değerlerini, daha çok yazıldıkları devrin sosyal yapısını bütün canlılığı, bütün incelikleri ve tam bir objektif doğruluğu ile verebilmiş olmalarına borçludur.

Yazarın kırktan fazla romanı ve pek çok öyküsü vardır. En önemli romanları olarak, Şık, Mürebbiye, Tesadüf, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Hakka Sığındık’ı sayabiliriz.

 FECR-İ ATİ EDEBİYATI (1909-1912)

 20 Mart 1909 tarihinde İstanbul’da bir araya gelen sanatçılar 1910 yılında bir bildiri yayımlayarak kendilerini kamuoyuna tanıtırlar. Bu, edebiyatımızdaki ilk bildiridir (24 Şubat 1910, Servet-i Fünun).

            Bildirilerinde, edebiyatın ciddiye alınması, Batı edebiyatının daha yakından tanıtılması, düşünce ve edebiyat konularında konferanslar düzenlenmesi, bir Fecr-i Ati kurulması gibi amaçlarının bulunduğunu açıklarlar.

            Geçmişte kaldığını söyledikleri Servet-i Fünun anlayışını eleştirmekle birlikte onların da bir adım ötesine gidememişlerdir.

            Konu, biçim, dil ve anlatım yönünden Servet-i Fünunculardan hiçbir farkları yoktur. Onlar, serbest müstezatı biraz daha serbestleştirmişler ve Servet-i Fünuncuların tam kavrayamadığı sembolist şiirin güzel örneklerini veren şairler yetiştirmişlerdir. Bunun dışında edebiyatımıza bir yenilik getirememişler bu nedenle de özentici, taklitçi bir topluluk olarak eleştirilmişlerdir.

            Bu toplulukta yer alan kimi sanatçılar bireysel bir anlayışı devam ettirirken (Ahmet Haşim gibi) pek çoğu da “Milli Edebiyat” hareketine katılmış ve bu anlayışla ürünler vermişlerdir.

           Fecr-i Ati Sanatçıları:

Ahmet Haşim, Aka Gündüz (Enis Avni), Ali Canip Yöntem, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mehmet Fuat Köprülü, Refik Halit Karay, Celal Sahir, Faik Ali...

 Ahmet Haşim (1884-1933): Fecr-i Ati topluluğunun en başarılı sanatçısı olan Ahmet Haşim topluluk dağıldıktan sonra çalışmalarına bireysel olarak devam eder.

            Şairin yaşamı sanatını derinden etkiler. Bu nedenle şiirlerinde çocukluk anıları, aşk ve doğa konularında yoğunlaşır. Karamsar yaklaşımı onun belirgin özelliğidir. Şiirlerinde ağır ve süslü bir dil kullanmasına rağmen nesirlerinde daha açık ve nispeten yalın bir dil vardır.

            Piyale adlı şiir kitabının önsözünde şiir anlayışını şöyle açıklar: “Şiirin asıl özelliği duyulmaktır. Şiirin dili musiki ile söz arasında ve sözden ziyade musikiye yakındır. Yani bu dil, bir açıklama vasıtası olmaktan ziyade bir telkin vasıtasıdır ve şiirde musiki anlamdan önce gelir. Bu bakımdan kelimeler, şiire, anlam değerlerinden çok musiki değerleriyle girerler. Şiirin anlam bakımından açık olması zaruri değildir. Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır. Konu ise sadece terennüm için bir vesiledir”.

            Şiirde musikiyi ön plana alan, anlam açıklığını ikinci plana atan, mısralarda geniş ve akıcı bir telkin yeteneği arayan ve şiirin kaynağını bilinçaltında bulan bu anlayış ile sembolizmin şiir anlayışı arasında yakınlıklar vardır. Ancak sembolist şiirin asıl unsur olan sembol, Haşim’in şiirlerinde yoktur. Onun, anlamı anlaşılmayan veya değişik yorumlara elverişli bulunan şiirleri pek azdır. Bu bakımdan Haşim’i sembolist bir şair olarak kabul etmek pek güçtür.

            Haşim’in şiirine en uygun anlayış tarzının, empresyonizm olduğu kabul edilebilir. Gerçekten şiirlerinde dış dünyaya ait gözlemlerinin kendi iç dünyasında yarattığı izlenimleri aksettirmesi bu anlayışın en açık göstergesidir.

            Göl Saatleri’nin küçücük ve manzum “Mukkadime”si de empresyonizmin özlü bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Şiirleri: Göl Saatleri, Piyâle

Nesirleri: Gurebâ-hane-i Lâklâkan, Bize Göre

Gezi Notları: Frankfurt Seyahatnamesi

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ (1911-1923)

 

1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla başlar. Milli Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Sade Türkçenin bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konulmuştur. “Milli Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştır.

Bu dönem sanatçılarının şiir anlayışıyla, Fecr-i Ati topluluğunun şiir anlayışı birbirinden pek farklı değildir. “Şiir vicdani bir keyfiyettir” düşüncesinde olan şairleri bireysel konuları işlerler. Daha sonra 1917 yılında yaptıkları bir toplantıda, hece ölçüsünü kullanma, günlük konuşma diliyle yazma noktasında birleşen şairlerin, içerik konusunda her birinin ayrı bir yaklaşımda olduğu gözlenir. Bu dönem sanatçıları Divan edebiyatını, Doğu edebiyatının, sonrasını ise Batı edebiyatının taklitçisi olmakla suçlarlar.

Şiirde daha çok bireysel konulara yönelen bu dönem sanatçıları, roman ve öyküde sosyal meselelere eğilmişler; milliyetçilik düşüncesi, Kurtuluş savaşı gibi konuları ele almışlardır. Konuların İstanbul dışına çıkarılması da bu dönemin belirgin özelliklerindendir. Ayrıca “aşk” bu dönem roman ve hikâyesinin en önemli teması olarak dikkat çeker. Bu eserlerde dil günlük konuşma dilidir. 

Dönemin Dil Anlayışı

 

1) Yabancı dilbilgisi kuralları, Arapça, Farsça ad ve sıfat tamlamaları bırakılmalıdır.

2) Yabancı sözcükler, kendi dillerinde dilbilgisi bakımından hangi türden olursa olsun, Türkçede ne olarak kullanılıyorsa, dilbilgisi yönünden o türden sayılmalıdır.

3) Arapça ve Farsçadan gelen sözcüklerden, konuşma diline kadar girip yaygınlaşmış olanlar Türkçeleşmiş sayılmalı ve kullanılmalıdır.

4) İstanbul hanımlarının günlük konuşma dili esas alınmalıdır.

5) Terimler bilimle ilgili oldukları için aynen kullanılmalıdır.

6) Türkiye Türkçesine diğer Türk lehçelerinden sözcük alınmamalıdır.


--------------------------------------------------------------------------------

 Milli Edebiyat Dönemi Sanatçıları:

 

Ömer Seyfettin (1884–1920): Milli Edebiyat hareketinin önderlerinden olan sanatçı daha çok hikâyeleriyle tanınmıştır. “Yeni Lisan” makalesinde ortaya koyduğu görüşlerini, hikâyelerinde uygulamaya çalışmış ve başarılı olmuştur. Dilimizin sadeleşmesinde önemli yeri olan Ömer Seyfettin, anılarından, tarihteki kahramanlıklardan ve günlük yaşayışlardan yararlanarak, gücünü çekici anlatımından, olaylardan alan, çoğunlukla beklenmedik sonuçlarla biten hikayeleriyle edebiyatımızda önemli bir yer tutar.

Hikayeleri: İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba, Gizli Mabet, Asilzadeler, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lale....adı verilen kitaplarda toplanmıştır.

 

Ziya Gökalp (1876–1924): Şiiri, düşüncelerini halka yaymak için bir araç olarak kabul eden sanatçı, bu türde sanatsal yönden güçlü ürünler vermemiştir. Daha çok Türkçülük düşüncesini sistemleştiren bir düşünür ve sosyolog olarak tanınmıştır. Önceleri, bütün dünya Türklerini bir bayrak altında toplamayı amaçlayan “Turancılık ”görüşüne bağlıyken, sonraları “Türkiye Türkçülüğü” düşüncesine yönelir. Günlük konuşma diliyle yazı dilinin birleştirilmesi gerektiğine inanan sanatçı eserlerinde bunu başarıyla uygular. Şiirlerinde hece ölçüsünü kullanan Ziya Gökalp (Turan adlı şiiri hariç), konu olarak daha çok eski Türk tarihine, İslamiyet öncesi dönemlere yönelir. Ayrıca yurt, millet, ahlak, din ve uygarlık gibi konuları da eğitici bir yaklaşımla ele alır.

Eserleri:

Şiir: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat

Nesir: “Türkçülüğün Esasları”, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”; “Türk Medeniyeti Tarihi”, “Malta Mektupları”.

 

Refik Halit Karay (1888–1965): Milli Edebiyat ve Cumhuriyet döneminin en ünlü öykü ve roman yazarlarındandır. Önce Fecr-i Ati edebiyatına 1917’den sonra ise Milli Edebiyata katılır. Kurtuluş Savaşı’na karşı yazılarından dolayı tutuklanacağı zaman Halep’e kaçar. Çıkarılan bir af üzerine 1938’de Türkiye’ye döner. Anadolu gerçeğinin ilk olarak onun “Memleket Hikâyeleri” adlı yapıtıyla edebiyata girdiği kabul edilir. Güçlü bir gözlemci olan yazar, betimlemelerinde de nesneldir. Realist bir anlayışa sahip olan yazarın sade bir dili ve yalın bir anlatımı vardır. Mizah ve eleştiri onun yapıtlarının ayrılmaz unsurlarıdır. Öykü ve romandan başka, anı, deneme, fıkra ve tiyatro türlerinde de eserler vermiştir.

Eserleri:

Öykü: Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri

Roman: Sürgün, Nilgün, Bugünün Saraylısı, İstanbul’un bir Yüzü…

Mizah yazıları: Kirpinin Dedikleri

 

Halide Edip Adıvar (1884–1964): Daha çok İngiliz edebiyatındaki romanlardın etkilenen sanatçının eserlerini üç grupta inceleyebiliriz. Kadın psikolojisine eğildi romanları (Seviye Talip, Raik’in Annesi, Handan), Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı romanları (Vurun Kahpeye, Ateşten Gömlek), toplumsal konuları ele aldığı töre romanları (Sinekli Bakkal, Tatarcık, Sonsuz Panayır...)

            Dilbilgisi kurallarına ve anlatıma pek özen göstermeyen sanatçının diğer önemli eserleri şunlardır:

Yeni Turan, Kalp Ağrısı, Zeyno’nun Oğlu (Roman)

Türk’ün Ateşle İmtihanı, Mor salkımlı Ev (Anı)

Harap mabetler, Dağa Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş Sada (Hikâye)

Ayrıca sanatçının birçok araştırma yazısı ve çevirisi vardır.

 

Reşat Nuri Güntekin (1889–1956): Realist bir anlayışa sahip olan yazar Milli Eğitim müfettişliği görevi ile Anadolu’yu dolaşmış, buradaki yaşamı gözlemlemiş, bu gözlemlerini yalın bir dil ve anlatımla eserlerinde dile getirmiştir.

Romanlarında yoğun bir Anadolu atmosferi vardır. Bu atmosfer içinde yurt ve toplam gerçeklerini, töreden kaynaklanan doğru ya da yanlış inanışları ele alır. Bu konular, öykülerinde, mizah unsuruyla da birleştirilerek verilir. Yazar, ilk ününü, duygusal bir aşkı dile getirdiği ve birçok yönleriyle Anadolu’yu anlattığı “Çalıkuşu” romanıyla sağlamıştır. Sanatçının önemli eserleri şunlardır:

Roman: Çalıkuşu, Damga, Yeşil Gece, Yaprak Dökümü, Bir Kadın Düşmanı, Miskinler Tekkesi, Kan Davası...

Öyküler: Tanrı Misafiri, Leyla ile Mecnun,  Olağan İşler...

Oyunları: Hançer, Hülleci, Tanrı Dağı Ziyafeti...

 

Mehmet Fuat Köprülü (1890–1966): Türk Edebiyatı araştırmalarını sistemleştiren ve edebiyat tarihçisi olarak ün kazanan sanatçının eserleri de bu yoldadır. Bugün bilinen birçok şair onun araştırmaları sonucunda ortaya çıkarılmıştır.

Eserleri:

Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Divan Edebiyatı Antolojisi, Türk Saz Şairleri Antolojisi.

 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu: (1889–1974): Romanlarında kusursuz bir anlatım ve sağlam tekniği ile dikkat çeker. Tarihi ve sosyal olaylardan her birini bir romanına konu edinerek, Tanzimat dönemiyle Atatürk Türkiyesi arasındaki dönem ve kuşakların geçirdikleri sosyal değişiklik ve bunalımları yaşayış ve görüş ayrılıklarını işlemiş: düşünce ve teze dayalı özlü yapıtlar vermiştir. Eserlerini ve içeriklerini şöyle inceleyebiliriz:

“Hep O Şarkı ” da Abdülaziz döneminin yaşamı,

“Bir Sürgün ”de II. Abdülhamit’in baskılı yönetimiyle savaşmak için Fransa’ya kaçan Jön Türkler,

“Kiralık Konak”ta Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na kadar yetişen üç kuşaktaki görüş ayrılığı,

“Hüküm Gecesi” nde Meşrutiyet devrindeki Bektaşi tekkelerinin  durumu,

“Sodom ve Gomore” de mütareke döneminde, işgal altındaki İstanbul’da ortaya çıkan ahlaki çöküntü,

“Yaban”da Kurtuluş Savaşı yıllarındaki bir Anadolu köyü,

“Ankara” da yeni başkentin üç dönemi,

“Panorama I, II” de Cumhuriyet döneminin 1952’ye kadarki durumunu bir bir ele almıştır.

Diğer eserleri:

Anı: Zoraki Diplomat, Politikada 45 yıl,Vatan Yolunda, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları...

Monografi: Ahmet Haşim, Atatürk

Mensur şiirleri: Erenlerin Bağından, Okun Ucundan

Hikâyeleri: Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikayeleri

Tiyatro eserleri: Nirvana, Veda, Sağanak, Mağara

Önemli Makaleleri: İzmir’den Bursa’ya, Ergenekon, Kadınlık ve Kadınlarımız...

 

Yahya Kemal Beyatlı (1884–1958): Milli Edebiyat hareketini makaleleri ve konferanslarıyla destekleyen sanatçının, esasen, kendine özgü Milli Edebiyat’ınkinden farklı bir anlayışı vardır. İstanbul şairi olarak tanınır. Osmanlı İmparatorluğunun geçmişteki parlak günlerine büyük bir özlem duyar. Başlıca konuları: İstanbul, tarih, yurt sevgisi, aşk, ölüm ve sonsuzluktur. Divan şiirinin özünü kakalama çabası içinde olan sanatçı, eski şiirin ölçü, uyak ve ahenk unsurunu ön planda tutmuştur. Onun eserlerinde malzeme eski, şiir ise yenidir. Örneğin, Divan Edebiyatında aşkı terennüm eden gazel biçimiyle kahramanlık şiirleri ve İstanbul’a duyduğu sevgiyi dile getiren şiirler yazmıştır.

Şiir kitapları: kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer,

Nesir Kitapları: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasi ve Edebi Portreler, Siyasi Hikâyeler, Edebiyat Dair.

 Beş Hececiler (Hecenin Beş Şairi)

            Bu şairiler 19117de Selanik’te “Genç Kalemler”le başlayan Milli Edebiyat akımının ilklerine bağlı olarak, halk şiirimizin özelliklerinden, yerli kaynaklarımızdan yararlanarak, şiirimizin aruzdan heceye geçişinde önemli rol oynamışlardır. Şiirlerinde Anadolu manzaralarını ve Anadolu yaşayışını coşkulu bir dille işlemişlerdir. Hece ölçüsünün genellikle 11’li ve 14’lü kalıbını kullanmışlardır. Daha sonraları, yeni biçimler arayarak oldukça uzun şiirler de yazmışlardır. Eserlerindeki dil ise konuşma dilidir. Bu şairlerimiz şunlardır:

HALİT FAHRİ OZANSOY

ENİS BEHİÇ KORYÜREK

YUSUF ZİYA ORTAÇ

ORHAN SEYFİ ORHON

FARUZ NAFIZ ÇAMLIBEL

CUMHURİYET DÖNEMİ EDEBİYATI (1923-1940)

            Cumhuriyetin ilanından sonra edebiyatımız, çağdaş anlayışlar doğrultusunda gelişmesini başarıyla sürdürmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında “Beş Hececiler” olarak adlandırılan şairler topluluğu, en parlak dönemlerini yaşamaktaydı. Yine bu yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın etkisiyle edebiyatta genel olarak Anadolu’ya bir yönelim başlar.

Bu dönemin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Yazı diliyle konuşma dili arasındaki fark ortadan kalkmış dildeki sadeleşme çabaları aralıksız olarak sürmüştür.

2- Edebiyatımız bu dönemde toplumcu bir karakter kazanmış gerçekçi bir anlayış güdülmüştür.

3- Ölçüsünün yerini hece ölçüsü almış, şiirlerde de günlük konuşma dili kullanılmıştır. Yine bu dönemde şiirin biçimce daha da serbestleşmesi sağlanmıştır.

4- Şiir, roman, hikâye ve tiyatro gibi türlerde önemli gelişmeler olmuştur.

5- Cumhuriyetin kuruluşuyla 1940 (İkinci Dünya Savaşı) yılları arasında eser veren şair ve yazarlar genellikle daha önceki Milli Edebiyat akımının etkisinde tam anlamıyla “yerli” ve “halka doğru” ; veya Batı’nın, özellikle Fransız edebiyatının etkisinde kişisel yollarında yürümüşlerdir.

Yine bu dönemde (1928) ortaya çıkan “Yedi Meşaleciler”, “Beş Hececiler” gerçeklere dayanmayan “Memleket Edebiyatı” anlayışına sahip olmakla suçlamışlardır. Amaçları “canlı, samimi ve gerçekçi olmak” şeklinde açıklamışlardır. “Yedi Meşaleciler” adını almalarının nedeni ise “Yedi Meşale” adlı derginin etrafında toplanmış olmaları ve bu adla ortak bir yapıt yayınlamalarıdır. Bu sanatçılar şunlardır:

 

MUAMMER LÜFTİ BAHŞİ

VASVİ MAHİR KOCATÜRK

ZİYA OSMAN SABA

SABRİ ESAT SİYAVUŞGİL

CEVDET KUDRET SOLOK

YAŞAR NABİ NAYIR

KENAN HULUSİ KORAY

1940 SONRASI EDEBİYATI

İkinci Dünya Savaşı sonrasında “insan”, “yaşam” ve “dünya” arasında güvenilir olmayı gerektirir; yeni ortaya çıkan dünya görüşleri; sanat anlayışımızda köklü değişikliklere yol açar.

Hikâye, roman ve tiyatro eserlerinde “yurt” ve “köy” sorunlarına yönelim başladı.

            1940 yılında Orhan Veli Kanık, Melik Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu, “Garip” adlı bir şiir kitabı yayınlayarak yeni bir hareketi başlattılar. Buna “I. Yeni Şiir Hareketi” adı verildi. Amaçları, şiirde iç ahengi yakalamıştır. Dış ahenk öğesi olan ölçü ve uyağa önem vermezler. Söz sanatların şiir için zararlı bulmuşlar ve şiirin kaynağının bilinçaltı olması gerektiğini savunmuşlardır. “Şiir halka seslenmelidir” anlayışıyla günlük hayatta olan her şeyi şiire konu olarak almışlardır.

            Daha sonraları ortaya çıkan ve “İkinci Yeniler” adı verilen şairler ise “şiir için sanat ” anlayışına dayanan, sürrealizmden daha aşırı bir soyutlama anlayışını sürdürmüşlerdir. Bu sanatçılardan bazıları şunlardır: İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreyya, Ece Ayhan.


--------------------------------------------------------------------------------

 

1940’tan Sonraki Türk Edebiyatında Roman ve Hikâyede Sosyal (toplumsal)Gerçekçiler:

Bu akım; bir meseleyi, bir derdi ortaya koyarak, topluma faydalı olmak istiyordu. İlk ürünleri, Anadolu köy romancılığıdır. Konuları: işçi-ırgat hayatı, sınıf çatışmaları, grev-lokavt gibi durumlar, toprak-su kavgaları...

 

Önemli Temsilcileri:

Kemal Tahir: Konularını cezaevi yaşantılarından, Kurtuluş Savaşı’ndan, eşkıya menkıbelerinden aldı. Gerçek bir Anadolu romanı oluşturdu.

Eserleri: Roman: Yorgun Savaşçı, Devlet Ana...

 

Orhan Kemal: Hayatına girmiş yüzlerce kişinin kader ve direnişlerini yazdı. Sürükleyicilik, tabiilik, gerçeklik eserlerinin özelliğidir.

Eserleri: Roman: Murtaza, Hanımın Çiftliği...

Tiyatro:72.Koğuş...

Yaşar Kemal: Genellikle Çukurova insanının hayat savaşlarını şiirli bir dille yazdı. Tezli romanı savunur. Folklor unsurları ve güçlü doğa tasvirleri görülür.

Eserleri: Roman: İnce Memet, Yer Demir Gök Bakır, Teneke...

 

Fakir Baykurt: İçinde doğup yetiştiği köylülerin hayatını yazmıştır.

Eserleri: Roman: Yılanların Öcü, Tırpan, Kara Ahmet Destanı...

Hikâye: Can Parası.

 

Bağımsız Yazarlar:

Halikarnas Balıkçısı(Cevdet Şakir Kabaağaçlı): Konularını daima Ege ve Akdeniz kıyılarından çıkardı; balıkçıları, sünger avcılarını işledi.

Eserleri:

Hikâye: Merhaba Akdeniz...

Roman: Deniz Gurbetçileri…

 

Haldun Taner: Gücünü gözlem, mizah ve yergiden alan hikâyeleriyle tanındı. Epik tiyatro türünde eserler verdi.

Eserleri:

Hikâye: Şişhane’ye Yağmur yağıyordu, On İkiye Bir Var...

Tiyatro: Keşanlı Ali Destanı, Sersem Kocanın Kurnaz Kocası...

 

Tarık Buğra: Tek adamın dengesiz, bazen alaycı, bazen acılı tedirginliğini ele alır.

Eserleri:

Roman: Küçük Ağa , İbişin Rüyası...

 

Diğer Bağımsız Yazarlar:

Samet Ağaoğlu, Oktay Akbal, Selim İleri, Cengiz Dağcı, Füruzan, Orhan Pamuk.

 

Tiyatro:

Vedat Nedim Tör (kör), Turgut Özakman (duvarların ötesi, Sarı Pınar), Güngör Dilmen (Midas’ın Kulakları ) , Sermet Çağan (Ayak Bacak Fabrikası) , Cevat Fehmi Başkut (Paydos, Buzlar Çözülmeden, Harputta Bir Amerikalı)

 

Deneme ve Eleştiri:

Nurullah Ataç: Deneme, eleştiri yazdı. Çeviriler yaptı. Türkçenin özleşmesi için yılmadan savaştı. Yeni bir dil ve anlatım biçimi yarattı.

Eserleri: Günlerin Getirdiği, Okuruma Mektuplar...

 

Suut Kemal Yetkin: Edebiyatın çeşitli konularında özlü ve açık bir anlatımla yazdı.

Eserleri:

Denemeler: Edebiyat Konuşmaları...

 

 
  Bugün 14 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol