ŞİİRLERİ
DÖNGEL ARTIK
Özledim seni,
bir toprağın
yağmuru özlediği kadar
Bekledim seni,
ömrümün
yettiği kadar
Döngel artık
bir kuşun
yuvasına döndüğü gibi
Gurbetim Sılam Vuslatım
Döngel artık bırakma beni
Hayat bir su gibi akıp gidiyor sensiz
çaresiz
Şu gönlüm, yaralı
kanayan gönlüm
Hep seni bekledi.
Sana, dön gel dedi.
Gurbetim Sılam Vuslatım
Döngel artık bırakma beni
Sensiz …
Seda Sabır
GELEN KİMDİ*
Biranda daldığım hayalleri
Kapıdan gelen tiktak sesleri böldü
gelen kimdi?
Kapımı çalan olmazdı
Kimsenin umurunda değildim
‘Kim o’ diye seslendim
cevap yoktu
acaba gelen kimdi?
Biranda ayaklarım
Yerden kesildi
Nefes nefese kaldım
Öyle sıcakladım ki
Ateş bastı
bilmem neden?
Sonradan anladım ki gelen ölümdü
Artık o hayalleri ölüm bölmüştü
HİKAYELERİ
GİDEN GEMİ
Bir beyaz gemi gidiyor
Denizin ardından
Bir kumral kadın oturuyor
Uçsuz bucaksız limanda
Belli ki bir derdi var, asık
Suratıyla oturuyor rıhtımda
Giden gemi ardından
Bakakalmış öfkeyle
Kim bilir nedendir
bu öfkeli bakışlar
Martıların çılgın sesiyle irkiliyor
Güneşin battığını fark ediyor
Gün batıyor ya güneşin kızıllığı vuruyor
Giden geminin ardına
Yavaş yavaş kapatıyor kadın gözlerini
Güneşin batışıyla son kızıllığa hoşça kal diyor
Ve atıyor kendini azgın sulara
Çırpınıyor kafesteki kuşlar gibi
Martılara bakarak
Nefes nefese ölümü bekliyor
Issız maviliğin altında
Onun adını anımsayarak….
"KARLI DAĞIN SERİN SUYU"
Serin ve karlı dağların ardın da güzel bir köy vardı. Bu köyde yaz dedi mi derelerden buz gibi su akardı.
Bu su o kadargüzel di ki yanından geçeni biletkisialtındabırakıyordu. Sanki ağaçlarla da bir güzellik yarışı içinde idi.
Ağaçların suya sarkan ince dalları o kadar hoştu ki,tepeden bakıldığın da ince dallar suyun için de adeta yüzüyordu.Suyun içinde on kadar güzel ve ahenkli bir dans sergiliyorlar dı ki sanki birkaç küçük kuğu vardı suyun üzerinde.
Bu derenin suyu o kadar soğuktu ki insan suya bakınca bile üşüyordu.
Yazın bile böyle soğuklukta ki suyun kışın buz tutması,ahenkli dansın kaybolması ne üzücü. Ahenkli dans kayboluyor ama yerini tatlı bir esinti alıyor.Yağmur yerine kar yağıyor oralarda ama insanın içine işliyor,karın yarattığı o eşsiz güzelliği olan manzaralar. Hele de o ağaçların üzerindeki kar taneleri, insan bir de avucun da hissetmeli onları. Kın o loş manzarası,
yazın yerini neşeli bir manzaraya bırakıyor.
İnsanın içine işleyen o eşsiz güzellikler yerini hoş manzaralara bırakınca da insanın tüylerini ürperten ama içinde ona da yer vermek istediği bir his bırakıyor.Bu his insanın bulmak isteyip de bulması zor insanlardandır. Bu köyde o insanları bulmak çok kolaydır. İnsanları o kadar iyi kalpli, her iyiliği görebilen kişiler ki köyün değerini bilen insanlardır.
Bu köyde çok iyi çocuklar da vardır. Hele ki bu köyün çobanı o kadar tatlı bir gülümsemeye sahipti ki, gülünce yüzün de güller açıyordu.Dudakları nar kırmızısı,beyaz tenlidir.Gülünce kırmızı dudakları arasın da inci gibi parlayan minik dişleri gülünce ayrı bir güzellik katıyor du yüzüne. Adı
Ahmet idi. On yaşların da idi. Çalışkandı da.
Ahmet köyün çobanı olmasına rağmen hem okuluna gidiyor hem de çobanlık yapıyordu.
Annesini ve babasını çok seviyordu. Ahmet bir gün o güzel derenin
kenarında koyunları otlatırken yaralı bir köpek, acı içinde kıvrıla kıvrıla Ahmet’in yanına geldi. Patisine büyükçe bir diken batmıştı. Ahmet köpeği sevdi ne olduğunu anlamaya çalıştı. Köpeği derenin kenarına getirdi. Sivri bir cisim bulup köpeğin patisin de ki dikeni çıkardı. Köpeği sevdi onunla dertleşti. Aslın da hep yaptığı şeylerden biriydi hayvanları sevmek. Artık Ahmet’in bir arkadaşı daha olmuştu. Birbirlerini öyle çok seviyordu ki artık bölünmez bir bütün olmuşlardı Ahmet köpek ve dere.Dere Ahmet’in çok derdini dinlemişti buna bir de köpeği katınca iyi bir grup olmuşlardı. Köpeğe isim bulmak gerek diye düşündü. Sonunda adını maviş koydu.
Daha sonra eve gittiler. Annesi Ahmet’e köpeği nereden bulduğunu sordu.Ahmet anlattı. Annesi köpeği evde istemiyordu. Ama Ahmet annesini ikna etti.
Okulda arkadaşı Ali’ye anlattı köpeğini. Ali iyice meraklanmıştı. Okuldan çıkışta Ali Ahmetlere uğradı. Köpeği görmek için hızlı hızlı yürüyordu. Eve geldiler Ali hemen köpeğin yanına koştu. Onu sevdi . O arada Ahmet dereye gidelim dedi: Dereye gittiler orada Ali köpek ile oynarken Ahmet koyunları otlatıyordu. Ali geç kaldığını söyleyip gitti.
Maviş, Ahmet ve dere baş başa kalmışlardı. Ahmet derede saçlarını yıkayan çalıların yanına oturdu.Maviş de yanındaydı. Maviş dedi bu dere sen yokken benim en iyi sırdaşımdı hala da öyle ama bu sırdaşlığa sende dahil oldun.ne güzel, her gün kaç çalının saçlarını yıkıyor,kaçının suyunu veriyor birde bizimle dertleşiyor iyi ki var bu dere dedi.
Ve o anda ürkütücü bir ses ile irkildi.kurtlar sürüye saldırıyordu. Ahmet hemen yerinden fırladı ve kurtları taşlamaya başladı . o sırada aç kurtlardan biri Ahmet e yöneldi. Ahmet ayağında yaralanmıştı.Maviş korkulu gözlerle hemen köye koştu. Ne yazık ki sürüyü aç kurtlardan kurtaramamıştı.Ahmet çok üzgündü.üstelik ayağındaki yarada çok derindi.yürüyemiyordu.adeta kalbinden vurulmuş gibiydi.çok korkuyordu.hiç bukadar korkmamıştı
Maviş köye gitti.Ahmet in annesini yanına geldiği gibi eteğine yapıştı. Nermin teyze anlamıştı kötü bir şey olduğunu. Hemen maviş i takip etti.
Yağmur yağıyordu. Sürüne sürüne derenin yanındaki çalıların yanına gitti. Çok sevdiği dereden güç almaya çalışıyordu.
Sürü den geriye kan birikintileri kalmıştı. Yağmur şiddetli yağıyor, şimşekler çakıyordu.Ahmet çok yorulmuştu artık, dayanamıyordu. Yaralı bir insan dere kenarında yalnız başına.Yağmur altında adete korku verici olaydı. Ama Ahmet bunu yaşıyordu. Dakikalar sonra annesi geldi ve onu bu halde görünce çığlıklar içinde Ahmet in yanına koştu. Ahmet ağlamaya başladı ve annesine sarıldı. Annesi onu kucakladığı gibi hastaneye yetiştirdi ,Belli ki annesinin yüreği yanıyordu. Ahmet in ayağına dikiş atıldı. Kendine gelince olanları annesine anlattı. Annesi Maviş in yaptıklarını beynine kazımıştı.
Maviş artık o küçük evin üyelerinden biriydi. Ahmet her gün Mavişi de alıp dereye gidiyor du.Hayatı boyunca unutmayacaktı olanları çünkü ilk defa başına böyle bir şey geliyordu. Ürpertici, hayal kırıcı, bir kabustu olanlar diye düşündü.
MANZUM HİKAYE
Bir cimri kadın varmış
Üç oğluyla yaşarmış
Uşaklar hizmetçiler
Erzakla dolu kiler
Ama kadın çok cimri
Gelse fakirin biri
Ta uzaktan kovarmış.
Hemen baştan savarmış
Yandaki viranedeki
Bir perişan hanede
Başka bir aile var
Çok fakir zavallılar
Hepside üşümüş aç
Bir tas çorbaya muhtaç
Hava soğuk mu soğuk
Fakir zengine varmış
Kapısında yalvarmış
Ah ne olur efendim
Lütfunuza güvenirim
Bir dilim ekmek
Fakiri sevindirin
Aç ve hasta küçükler
Senden yardım bekler
Cimri kadın bu hale
Hiç aldırmamış bile
Hiç ekmeğim yok inan
Olsa vermez mi insan
Ekmek varsa taş olsun
Gözümüze yaş dolsun
Fakir kadın üzülmüş
Gözünden yaş süzülmüş
Ümitsiz hasta yine
Dönmüş yıkık evine
Zengin kadın bağırmış
Çocukları çağırmış
Kızarmış yağlı ekmek
Hoşunuza gider pek
Söyleyin hizmetçiye
Kesip koyun tepsiye
Biraz sonra içeri
Hizmetçilerden biri
Dalıp yıldırım gibi
Demiş ”aman ya rabbi!
Mutfakta ki ekmekler
Taş olmuş birer birer
Bunda ne var akılsız
Ekmek bayatmış yalnız
Fırıncıya koş hemen
Üç ekmek al yeniden
Üç ekmek alıp döner
Ne ağır ekmekmiş bu
Ağılaşır ekmekler
Canım çıktı doğrusu
Merak etttim ayağı
Aç bakalım kapağı
Açınça yavaş yavaş
Ne görsün üç taş
Durmuyor mu yan yana
Bir çığlıkla divana
Yıkılmış cimri kadın
Saçları darma dağın
TAŞ KESİLEN EKMEK